Bölüm 26

70 15 4
                                    

Tam önünde durduğum kapının ziline uzandı elim. Tereddüt ettim. Aradığımda görmek istiyorum seni demiştim. Öyleydi de. Ama biliyordum ki onu görmem hiçbir şeyi çözmeyecekti. Bana kendimi iyi hissettirmeyecekti. Bu yüzden beni attığı konuma kadar ulaştıran adımlarım esmerin beyaza boyalı küçük evinin kapısının tam önünde daha fazla ilerlemeye cesaret edemiyordu. Ellerim uzandıkları zile basamıyordu bir türlü. Kendimle çelişiyordum. Hatta içimde kendimle ettiğim bir mücadele bile vardı. Kaç dakika sürdü bilmiyordum. Kaç dakika daha orda tereddütlerimin içinde boğuldum emin değildim ama sonunda parmaklarım dokundukları zile yavaşça bastılar. Zile kendim basmama rağmen çıkan sesle irkilip geriye doğru bir adım attım. Yeni boyanmasına rağmen eski olduğu tek bakışta anlaşılan ahşap kapı birkaç saniye sonra yavaşça aralandı. Jongin soğuk havaya rağmen üzerine geçirdiği ince tişört ve şortuyla karşımda bana bakıyordu. Bu evine ilk gelişimdi. Ona rağmen içeri girmem için geriye çekilen esmerin yanından geçerken az önceki tereddütümden eser yoktu. Dar, loş koridoruna girer girmez durdum. Ceketinin ve anahtarının asıldığı küçük bir askı ve üzerinde ahşap bir kadın figürünün olduğu basit bir sehpadan başka bir şey yoktu. O bana benimkinin aksine daha küçük ama daha dolu dekore edilmiş salonuna kadar eşlik ederken içerinin loşluğuna alışmaya başlayan gözlerimle etrafı dilediğimce süzdüm. Küçük salonunun tam ortasında geniş, cam bir sehpa vardı. Üzerine birkaç dergi ve kitap gelişigüzel bırakılmıştı. Sehpanın etrafına birkaç puf yerleştirilmişti. Konumlarına ve düzensizliklerine bakılırsa koltuklardan çok yerdeki bu pufları kullandığı belliydi. Duvarın boş yerlerine birkaç tablo asmıştı. Odanın hemen bitişiğinde bir Amerikan tarzı mutfak bulunuyordu. Salonu mutfağa bağlayan yeri masa olarak kullanıyor olmalıydı ki etrafına sandalyeler yerleştirmişti. Evet. Burası gerçekten de benim evimden çok daha küçüktü ama anlaşılan esmer bu yeri benden çok daha verimli kullanabiliyordu.

''Kahve?''

Başımı sallayıp onayladım. Oturmam için koltuklardan birini başıyla işaret ettikten sonra mutfağa adımları. Ceketimi çıkarıp koltuğa fırlattıktan sonra bedenimi neredeyse geriye öylece bıraktım. Ağzımdan küçük bir inleme kaçtı. Yorgundum. Bedenim olmasa da zihnim artık beni de düşüncelerimi de taşımaktan yorulmuştu sanırım.

Jongin ben gelmeden önce kahvesini demlemiş olmalıydı ki elinde iki kupayla yanıma adımlaması birkaç dakikasını almıştı.

''İşte.'' Dedi elindekilerden birini bana uzatırken.

''Teşekkür ederim.''

Bardağı alıp kokusunu derince solumadan önce söyledim. Yanıma yavaşça yerleşti. İki elimle sıkıca kavradığım kupadan bir yudum alırken ona dönmedim. Ama esmerin bedeni de bakışları da tamamen bana yönelmişti.

''Ağladın mı sen?''

Sadece birkaç damla gözyaşı dökmüştüm. En arkasına sığındığım yarı dolu otobüs beni esmerin sokağına taşırken sadece birkaçına izin vermiştim çünkü. Daha fazlası içimdekileri dışıma çıkarır acizliğimi herkese duyurur gibi gelmişti bana. Birkaç damladan bir şey olmaz diye düşünmüştüm bir de. Ama oğlanın söylediklerine bakılırsa bu kadarı bile anlaşılıyordu.

''Bir şey mi oldu?''

Sessizliğime tahammülü yokmuş gibi yeniden soru sordu. Ya da belki de bir an önce öğrenmek istiyordu. Benim bir anda arayıp onu görmek istememe bir anlam verememiş olmalıydı. Bu kabullenilebilir bir şeydi. Bir anlamı yoktu zaten.

''Babamı mı gördün bugün?''

Kırık çıkan sesimle sordum. Babamın yanından ayrıldığımdan beri ağzımı dahi açmamıştım. O yüzden olmalıydı.

Chrysanthemum's LullabyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin