Bölüm 31

74 14 17
                                    

Kulaklarıma belli belirsiz bir ses doldu. Beynim uyuşuktu. Hala tam olarak uyanmış sayılmazdım. Ama tüm o uyuşukluğumla farkındaydım ki uyanmak istemiyordum. Başımda, beynimi kemirmeye hazırlanan bir ağırlık vardı. Biliyordum ki bilincimi azıcık daha kazanacak olsam o ağırlık üstüme binecekti. Ve ben berbat bir baş ağırsı çekecektim. O yüzden umursamadım. Salondan geldiğine emin olduğum, içinde bulunduğum durumla dalga geçercesine neşeli ir tonda bir süre daha çalan telefonu umursamadım bile. Saatin kaç, arayanın kim olduğunu ya da ne zamandır uyuduğumu umursamadığım gibi. Zaten açmadığım gözlerim beni yeniden uykuya sürükledi.

Zaman mekan algımı yitirdiğim, zihnimdeki karanlıkla baş başa kaldığım o anlardan beni kurtaran umursayamayacağım kadar yüksek çıkan bir gürültüydü. Yüksek bir yerden düşüyormuşçasına aralandı gözlerim. Ellerim anında kalbimi buldu. Görüş alanıma tanıdık bir yüz girene kadar kalp atışlarımın normalleşmesini, nefes alışverişlerimin düzene girmesini bekledim. Ama kollarımı bulup bedenimi sarsan beden bunların hepsini boş vermişti anlaşılan. Odağını bulmakta zorlanan gözlerim bir çift koyulukta sabitlenene kadar tepkisiz öylece kalıvermiştim.

''Oh Tanrım. İyisin.'' Sesindeki endişe daha önce böylesine şahit olmadığım yoğunluktaydı. Bu beni neredeyse ürpertti. Sesin sahibi şaşkın hallerimi bir süre daha inceledikten sonra duraksadı. Başı kalkıp başka bir yöne döndü. ''O iyi.''

Gözlerim onunkileri takip edip kapı girişinin hemen yanındaki duvara yaslanmış sessizce bekleyen uzun bedene kaydı. Jihun aralanan dudaklarıyla derin bir nefes alıp bana baktı. Düşüncelere baş ağrısıyla neredeyse aynı anda akın etti kafamın içine. Endişelenmişlerdi. Onları endişelendirmiştim.

''İyi misin?''

Jongin'in kollarımı bulan elleri beni sarsmayı bırakmış tutundukları yeri usulca okşamaya başlamışlardı. Bu küçük şefkat gösterisi beni tepki vermeye zorladı. Başımı yavaşça sallayıp onu onayladım. Yapabilsem konuşurdum da ama o an dudaklarımdan onları endişelendirmeyecek herhangi bir ses çıkacağından emin değildim. Ağzım kurumuştu. Boğazım sızlıyordu.

Doğrulmaya çalıştım. Hala bende olan iki çift göz bir baş sallamasından daha fazlasına ihtiyaçlarının olduğunu belli edercesine bedenimi süzemeye devam ediyordu çünkü. Esmerin gevşeyen tutuşundan kurtulan kollarım geriye kayıp bana destek oldu. Yatakta yanıma oturduğunu ancak o an fark edebilmiştim. Ama hareket etmek kötü bir fikirdi. Anında dönmeye başlayan başım ve kararan gözlerime bakılırsa hareket edebilecek durumda değildim. Ve bunu saklayamamış olmalıydım ki Jihun yaslandığı yerden hızla doğruldu. Jongin ellerini omuzuma dolayıp sırtımı yatak başlığına yaslamama neden oldu.

''Neyin var?''

''Önemli değil. Sadece biraz başım döndü.''

Kırılan sesimi umursamadım. Ağzımdan çıkan birkaç cümlenin onları ikna etmesini istiyordum. Ama anlaşılan bir işe yaradığı yoktu.

''Çok uyuduğum için herhalde.''

Jongin'in endişe dolu gözlerinin kısılmaya başladığını gördüğüm an bakışlarımı Jihun'a çevirdim. Esmer kızmaya başlamıştı. Jihun ise hiçbir duygu barındırmayan yüzüyle bana bakmaya devam ediyordu.

''En son ne zaman bir şeyler yedin?''

Jihun göğsünde birleştirdiği kollarıyla birkaç adım daha yaklaşırken sordu.

''Cevap ver.''

Sessizliğim gereğinden fazla uzamış olmalıydı ki Jongin keskin sesiyle araya girdi.

''Ben...''

Devam etmedim. Ne kadar uyuduğumdan, saatten hatta hangi günde olduğumuzdan bile emin değildim. Ona doğru bir cevap veremezdim.

Chrysanthemum's LullabyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin