Ya, evet evet. Kore'de yaşıyorum ve hayatım mükemmel, değil mi? Arkalardan birinin ''Dostum, orası Kore!'' dediğini duyarsam öldürürüm. Bunu sakın deme, sakın. İnsanların Kore'ye nasıl baktığını bilmem ama size şu kadarını dememe izin verin, sadece cehenneme hoş geldiniz.
--
Benim adım JungJi ve şu anda sıkıcı bir tarih dersini dinliyor olmam gerekiyordu. Bunun yerine gizlice resim defterimi çıkarmış ve öğretmenimiz Bay Yamukburun'un -bu bir şaka değil- iğrenç bir kara kalemini yapıyordum. Yanımdaki sırada esneyen en yakın arkadaşım Dae'ye baktım. Adeta Bırak da uyuyayım dermiş gibi hocaya yalvaran bakışlar atıp duruyordu. Ah, cidden. Sıkıntıdan ölmek üzereydim.
Arka sıramda oturan Sung kalemiyle beni belimden dürttüğünde çizdiğim şekle garip bir papyon eklemek üzereydim. Yamukburun'a çaktırmadan bakış attım ve sonrasında arkamı dönüp fısıldadım;
''Ne oldu Sung?''
Sırıtarak bana baktı ve bana bir kağıt uzattı. Kağıdı alıp önüme döndüm ve yamuk katlanmış kağıdı açıp iğrenç el yazısına baktım. Eminim gözlerim kapalı bile daha düzgün yazardım.
Duyduğuma göre yeni bir transfer öğrenci geliyormuş, sana kısmet çıktı yalnız prenses.
Gözlerimi devirdim. Lise hayatım boyunca kimse ile çıkmadığı için insanlar bana bu ismi takmışlardı. Yani, ne vardı ki bunda? Şahsen sınıfımız bir hayvanat bahçesinden farksız olduğu için yalnız takılmayı seçmiştim. Bence aklı olan herkes böyle yapmalıydı.
Kağıda iğneleyici bir şeyler yazmak için tam kalemime uzanmıştım ki o anda daha korkutucu bir şey dikkatimi çekti. Bay Yamukburun devasa boyuyla karşıma dikilmiş ve elinde tuttuğu çubuğuyla elimdeki kalemi bırakmam için ritim tutuyordu. Eyvah eyvah, ayvayı yemiştim.
''Bakıyorum ki yine çok sanatsalsınız, Bayan JungJi.'' dedi ve tam çizdiğim kağıda uzanırken birden Sung tarafından verilen kağıt dikkatini çekti. Hayır, hayır, hayır..
Kağıdı eline aldı ve sesli bir şekilde okumaya başladı. ''Duyduğuma göre yeni bir transfer öğrenci geliyormuş, sana kısmet çıktı yalnız prenses.''
Sınıftan istemsizce bir kahkaha koptu. Yüzüm tamamen kızarmış durumdaydı ve kafamı önüme eğdim. Muhtemelen Sung'u teneffüs zili çaldığında tüm okul boyunca koşturacaktım ama şimdi daha önemli bir meselem vardı. Tüm sınıf benimle dalga geçmekle meşguldü. Kafamı yana çevirdiğimde uyumak üzere olan Dae'nin bile güldüğünü gördüm. Ona Tenefüste görüşürüz bakışı attım. Ne cüretle en yakın arkadaşına gülerdi?
Ciddiyetini bozmamış hoca ''Evet, evet bu doğru. Ama bu gibi şeylerle bu kadar ilgili olduğunuzu bilseydik.. Eh, daha önceden bir şeyler yapardık.'' dedi keyifle. Dudağımı ısırdım ve kafamı hafifçe salladım. Gerçi buna alışık olmam gerekirdi, çoğu zaman sınıfta bu duruma düşerdim. Bilirsiniz, derse geç kalmam, sınıfta uyumam, sorulara saçma cevaplar vermem falan. Normal şeylerdi bunlar.
Zil çaldıktan sonra hocanın sınıftan çıkmasını izledim ve bu zamana kadar sıramda sakince oturdum. Hocanın kapıdan dışarı adım atması gibi yerimden fırladım ve ilk hedefim olan Sung'a doğru ufak bir depar attım. O ise bunun olacağını biliyormuş gibi gülerek benden kaçmaya başladı. Ve Dae ise arkamızdan tezahürat yapıyordu. Bilirsiniz, sıradan bir gündü işte.
Kim bilebilirdi ki okul günlerimin bir daha böyle olmayacağını? Daha kendisi burada bulunmadan beni rezil eden bu transfer öğrenci hayatımı ne kadar daha bozabilirdi? Bu soruya cevap vermeyeceğim, emin olun bu hayatımın en büyük hatası olurdu. Bu günleri özler miyim bilmiyorum, ama sanırım hayatıma yeni bir güneş doğuyordu.
--
Umarım acemiliğimi görmezden gelirsiniz. Bu senin için Dilara'cık *-* Devam etmeye çalışacağım :*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bir tutam kurabiye
FanfictionÖnüme biri sade biri çikolatalı kurabiye konulsa, ben ilk sadeyi yerdim. Çünkü biliyordum ki en sevdiğim sona kalmalı. Böylelikle daha çok haz alabilirdim. İşte başıma gelen de tam böyle bir şey. Sanki sade olan kurabiyeyi yemişim de hayat karşıma ç...