Y/N: Yeni bir kurguya başlamak istiyorum ama nasıl olacağına bir türlü karar veremedim. Kimler hikayede olmalı, kim ana kahraman olacak, tüm tayfa mı olsun? Kararsızım :( Neyse canımlar, keyifli okumalar :)
Evet, tam da tahmin edebileceğiniz gibi, kızı bir centilmene -bu kelimeyi kullandığıma inanamıyorum- yakışmayacak bir hareketle yere fırlattım. Gözleri kocaman açılırken yere düşmenin şaşkınlığını yaşayan kız bunu bana nasıl yaparsın diye tahmin ettiğim bakışını yüzüne yapıştırmıştı. Ancak şu an ilgilenmem gereken başka bir mesele vardı.
''Hey, JungJi. Açıklamama izin ver.'' Ancak karşımdaki kız, yüzünden duygularını okuyamadığım bir ifadeyle çoktan ters istikamete yürümeye başlamıştı. Tabii ki onu yakalayabilecek kapasitem vardı olmasına ama şimdilik aramızda biraz mesafe bırakarak arkasından yürümeye koyuldum. Nasıl bir tepki vereceğini bilemiyorken bir şeylere kalkışmam yanlış olurdu.
''Beni takip etmeyi kes, JungKook.'' Sesi tahmin ettiğimden de sakin çıkıyordu.
Tamam, ona tanıdığım sürenin sona ermişti. Onu bileğinden yakalayıp kendime doğru döndürdüm. Han Nehri'nin ıssız kenar şeridine gelmiştik. Arkamızda kalan caddeden anlaşıldığı üzere trafik olanca yoğunluğuyla akıyordu. Kısa bir sürede déjà vu hissi tüm yanımı sardı. Böyle bir olayı daha önce de yaşadığıma yemin edebilirdim.
''Bak, yanlış anladın-''
Sözüm yarıda kalmıştı.
Akmamakta ısrarcı olan göz yaşı damlaları, gözünün alt kısmında ince bir şerit oluşturmuşlardı ve muhtemelen buğulu görmesine neden oluyorlardı. İrisleri ay ışığında parlarken boş anına denk gelmiş olacağım ki, birkaç saniye ağlamak üzere olan yüzüyle kutsandım.
Ne yapacağımı bilemiyordum.
Bileğini kurtardıktan sonra sol eliyle gözlerini bastırırken diğer eliyle de göğsüme vurmaktaydı. Bir şey hissettiğim söylenemezdi, taş kesilmiş vaziyette öylece dikiliyordum.
"Neden bir kere-.. Neden hep böyle.. olmak zorunda?" Cümleleri hıçkırıklarıyla kesilirken aklımdan tek bir şey geçiyordu; onu ağlatmıştım. Hem de bir yanlış anlaşılma yüzünden.
Eğer döndüğümde o kız hala orada olursa, dedim içimden kızgınlıkla, bunu ona ödeteceğim.
Kararsız bir şekilde ellerimi kaldırdım. JungJi şu an başını göğsüme yaslamış haldeydi ve sanırım onu teselli etmemi bekliyordu. Ya da bir şey yapmaya kalkıştığım gibi beni nehre atacaktı, konu o olunca hiçbir şeyden emin olamıyordum.
Ellerim havada asılı kalmış gibiydi, daha fazla böyle kalırsam da salaklık olacaktı. Tereddütle ellerimi indirdim ve olası ihtimalleri hızla gözden geçirerek yavaşça vücudunu sardım. Dokunuşun etkisiyle vücudu bir anlığına kasıldı. Olamaz, yanlış yapmıştım ve birazdan ölmem için lanetler okurken beni sakat halde orada bırakacaktı.
Neyse ki düşündüklerimin hiçbirini yapmadı. Aksine kollarımın arasında titrediğini hissedebiliyordum. Sanırım onun savunma mekanizmasını çökertmiştim.
"Tamam," dedim kelimeyi uzatarak. "Biraz daha iyi misin?"
"İyi mi!? Sen ciddi misin?"
"Yo, hayır. Değilim, affedersin."
"Bu arada Bay-Ne-Yaptığı-Belli-Olmayan," Burnunu çekmek için bir iki saniye bekledi, "bana bir açıklama borçlusun."
Göğsüme doğrulttuğu parmağına baktım. Neden her zaman romantik olamadığımı merak etmem saçmalıktı. Cevap bende yatıyordu, ve sivri dilimde.
Tekrar eski JungJi'ye döndüğünü gördüğümde gülümsememek için dudaklarımı kasmam gerekti.
"Hala seni bekliyorum," dedi ellerini göğsünde kavuşturarak. Bu ifadesinden üç şey çıkarmıştım.
Birincisi; beni affetmişti.
İkincisi; dediklerimi dinleyecekti.
Üçüncüsü; ay ışığının altında yanakları ağlamaklı halinden dolayı hafif kızarıkken bir tanrıça gibi gözüküyordu.
Gözlerimi kapayıp düşüncelerimi aklımdan uzaklaştırmaya çalıştım. Bu gidişle kendime hakim olamayacak ve hiç iyi sonuçlanmayacak işlere kalkışacaktım.
"Anladığın üzere, kız sarhoştu ve neredeyse üstüme kusuyordu. Ben de onu bir polise teslim etmek için arka kapıdan çıkardım ama.." Ellerimi nereden bilebilirdim ki diye düşünerek iki yanımda açtım. "Sanırım bu dünya seni sevmeme karşı."
Yüzündeki ifade hızla değişirken bu sefer ne yaptığımı düşünüyordum. Ona tamamen gerçekleri söylemiştim işte, şimdi ne istiyordu? Kısa bir iç çekişin ardından acaba nereden özür dilemeye başlasam diye düşünüyordum ki bu oldukça zordu. Gerçekten de ne yaptığımı bilmiyordum.
''Bak, bana inanman lazım. Gerçekleri konuşuyorum-''
Kelimeler boğazıma dizilirken bir an ne yapacağımı şaşırdım ve sarılmak -veya atlamak mı demeliyim- için harekette bulunan JungJi dolayısıyla dengemi kaybettim. Nemli çimenlerin üstüne düşerken halen daha şaşkınlıkla üstümde yatan kıza bakıyordum.
''Pekala, bunu ben bile düşünememiştim?'' dedi JungJi gözlerime bakmak için kafasını kaldırırken. O da bu düşüşü beklemiyordu anlaşılan. Kollarını iki yana açmış ve tepeden bana bakıyordu, pekala itiraf etmeliyim ki böyle bir şeyi asla beklemiyordum. Yıldızlı bir arka planda gözlerinin içine bakmaktan bahsetmiyordum bile.
''Ben.. Ne oldu? Anlamadım?''
Harika, şimdi de saçmalıyordum.
''Ben de seni seviyorum, JungKook.''
İşte böylelikle dümenin kontrolünü tamamen kalbime bırakmış oldum. Ağzım hafifçe aralanırken az önce ne yaptığımın farkına varmıştım. Kelimeler hiç düşünmeden ağzımdan çıkmıştı gerçi, ama ona onu sevdiğimi söylemiştim. Hem de hiç zorlanmadan. Pekala, diye geçirdim içimden. Şu an itibariyle yapacaklarımın tüm sorumluluğunu alıyorum.
''Neyse ki bu sefer etrafta zırlayan bir çocuk yok.''
Muhtemelen çocuk mu, ne alaka? demesine izin vermeden başımı hafifçe ona doğru kaldırdım ve iki elimle boynunu kavradım. Tam da burada, yarım kalmış bir işimiz vardı ne de olsa.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bir tutam kurabiye
FanfictionÖnüme biri sade biri çikolatalı kurabiye konulsa, ben ilk sadeyi yerdim. Çünkü biliyordum ki en sevdiğim sona kalmalı. Böylelikle daha çok haz alabilirdim. İşte başıma gelen de tam böyle bir şey. Sanki sade olan kurabiyeyi yemişim de hayat karşıma ç...