Bunun iyi bir fikir olmadığını başından beri biliyordum.
Kapının o meşhur gıcırtılı sesle açılmasından anlamıştım aslında. Peşimde, benden daha çok korkan bir genç ile korku evine adım attığımda amatör bir korku evinin nasıl bu kadar etkileyici olduğunu düşünmekteydim. Elimde tuttuğum dandik kağıtla ile ne yapacağımı inanın hiç bilmiyordum. Girişteki kız -zombi Marilyn Monroe- bunu elime tutuşturmuş ve içeride bulunan birine imzalatmamı söylemişti.
Dedim ya, dandikti.
''Şimdi bu kağıdı imzalatmadan çıkamıyor muyuz?'' diye sesli düşündüm. Aslında bir neden de ortamın havasını değiştirmekti. Zaten JungKook'un ensemde hissettiğim nefesi işleri hiç kolaylaştırmıyordu.
''Umurumda bile değil, çıkar bizi buradan,'' dedi etrafı incelerken.
Tabii ya, şimdi biz olmuştuk. Korku gerçekten de insanları garip biri yapıyordu.
Girdiğimiz basık koridorda yerler siyah beyaz karolarla döşenmişti. Bilerek mi yaptılar bilmiyordum ama yerdeki kir tabakası -ki bence kurumuş kan bile olabilirdi- oldukça iyi düşünülmüş bir efektti.
Birkaç korkunç tablonun yanından geçtikten sonra karşımıza bir dönemeç çıktı. Kafamı sağa çevirdiğimde karanlıktan başka bir şey göremedim. Sol tarafta da durum pek iç açıcı değildi.
''Pekala,'' diye fısıldadım sol cebimden bozuk para çıkarırken. Sağ cebimde ise gelişigüzel buruşturduğum kağıt vardı.
Tepemizde sönük bir şekilde parlayan tek ışık kaynağı tuhaf bir cızırtı çıkardı. İkimiz de kafamızı kaldırıp neredeyse lütfen artık beni yakmayın diye yalvaran lambaya göz attık. Usul usul sallanıp cızırtı sesleri çıkarıyordu.
''Buranın birkaç öğrencinin tarafından hazırlandığını sanmıyorum,'' diye görüşünü belirtti JungKook. Eh, sanırım haklıydı da.
''Yazı gelirse,'' dedim parayı elime yerleştirirken, ''sağa gideceğiz.''
Kafasını sallamakla yetindi.
Bozuk parayı belli bir yüksekliğe fırlattım ve havada birkaç defa döndükten sonra yere düşüp birkaç metre kadar yuvarlandı. Adım atıp hangi tarafının geldiğini görmek için eğildiğimde tepemizdeki yalvaran lamba isyan edercesine son bir kez *cız* sesi çıkarıp söndü.
''Aman Tanrım,'' dedi JungKook korkuyla. Böyle şeylerden çok da korkan birine benzemese de, arada beni şaşırtıyordu.
''Sakin ol, Kook,'' dedim telefonumun fener özelliğini açarken. Artık sadece buna güvenebilirdik.
''Alınma ama,'' dedim yerdeki bozuk parayı telefon feneriyle bulmaya çalışırken, ''seni hep inançsız biri olarak düşünmüştüm.''
Telefon fenerini suratına çevirdiğimde ifadesiz bir yüz ifadesi takınmıştı. Sonra yüksek ışık yoğunluğuna dayanamayıp eliyle gözlerini kapadı. ''Şunu farklı yöne çevirir misin?''
Böyle bir durum içerisinde olmasaydık gülebileceğim bir olaydı. Ne yazık ki bu gülme duygum boğazıma tıkıldı. Işığı diğer yöne çevirdiğimde karşımda kendimi görünce telefonu fırlatacak raddeye gelmiştim.
''Hay lanet!'' dedim ışığı aşağı çevirirken. Bu ayna az önce karşımızda yoktu.
''Bu evin canlı bir mekanizma olduğunu bilmiyordum,'' dedi JungKook, çığlığım yüzünden yerinden sıçrarken kenardaki duvara dokunmuştu.
''Bozuk paranın canı cehenneme, hemen çıkalım şuradan,'' dedim sola dönerek. Biraz yürüdükten sonra seçtiğimiz yol geniş bir odaya açıldı. Genel olarak örümcek ağları ve kir tabakasıyla örtülü mobilyalardan -evet, o her hayaletli evde kendiliğinden sallanan sandalyelerden de vardı- oluşuyordu. Telefonumdan şarjın azaldığına dair bir ses çıkınca ikimiz de hapı yuttuğumuzu biliyorduk.
''Harika,'' dedim telefonun ışığı azaldığında. ''Seninki ne durumda?''
''Sence kullanılabilecek olsa, şimdiye kadar çıkarmaz mıydım?'' diye ukalaca yanıt verdi.
Gözlerimi devirmekle yetindim. Son çare olarak sönük ışığı odada gezdirdiğimde paslanmış bir gaz lambası gördüm. Nereye baktığımı gören JungKook, ''Hadi oradan,'' demekle yetindi.
''Girişte kızın sana bir şey verdiğine eminim, kibrit olmayasın?''
Sanki bunu yeni hatırlamış gibi eli arka cebine uzandı. ''Tabii ya,'' dedi.
''Seni salak, bunu şimdi mi hatırladın,'' dedim gaz lambasını almaya çalışırken. Daha modern gözüken bir gaz lambasıydı en azından, kibritle yanabileceğini umuyordum.
''Beni suçlama,'' dedi kibriti yakmaya çalışırken. Sonunda gaz lambasını elime aldığımda etrafı çok daha net bir şekilde görebiliyorduk. Ve ikimizin de ağzından aynı kelimeler yükseldi, ve bunlar hiç de hoş kelimeler değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bir tutam kurabiye
Fiksi PenggemarÖnüme biri sade biri çikolatalı kurabiye konulsa, ben ilk sadeyi yerdim. Çünkü biliyordum ki en sevdiğim sona kalmalı. Böylelikle daha çok haz alabilirdim. İşte başıma gelen de tam böyle bir şey. Sanki sade olan kurabiyeyi yemişim de hayat karşıma ç...