JungKook Bakış AçısıSize söylüyorum, işin içinde ben yoksam olaylar sarpa sarar. Aynı şuan olduğu gibi.
Yol boyunca olayları düşünmekle geçirdikten sonra bir şeyi kesinleştirmiştim; ben kesinlikle grubun zeka ortalamasını yükseltiyordum aksi taktirde bu gibi bir şeyin olmasına izin verilmezdi.
Tamam, diyelim ki JungJi'nin başının derde girebileceğini düşünememişlerdi, peki neden beni devre dışı bırakmaya kalkmışlardı?
Başımı ellerimin arasına aldım odaklanmaya çalıştım. Ya oraya gittiğimizde çok geç olursa? Göz ucuyla Kwan'ı süzdüm, eğer duygularında da yalan söylemiyorsa -ki bundan pek hoşnut değilim- işimize yarayabilirdi. Tasması her ne kadar babasının elinde olsa da hiçbir baba bu kadar acımasız olamazdı.
Çakıl taşlarıyla kaplı yola girdik. Etrafı aydınlatan tek ışık kaynağı olarak ay, bulutların arasından bize gizli bir mesaj vermeye çalışıyor gibiydi; oraya girmeyin, ucubeler.
Kocaman bir depoydu burası. Tam olarak çürümeye terk edilmiş, sonra da lanetlenmiş gibi gözüküyordu ve laneti bulunduğu araziyi de etkiliyor gibiydi zira çoktan ölmüş olan grimsi bitkilet etrafı sarmışlardı.
Arabadan indik ve zincirleri kenarından sarkan kapının yanına geldik. Eskiden yeşil olduğunu tahmin ettiğim solmuş bir renkle boyalı olan kapı, Cadılar Bayramı için hazırlanmış gibi duruyordu.
"Öncelikle size söylemem gereken önemli-"
"Çekil şuradan," diyerek Kwan'ı kenara ittim. İçeride her ne kadar kabul etmeye yeni başlıyor olsam da benim için değerli biri vardı ve o son dakikalarını geçirirken burada dikilip Kwan'ın önemli açıklamasını dinleyemezdik.
Kapıya son kuvvetimle abandım ve ardına kadar açıldı. Omzumda kalan örümcek ağlarını temizlerken içeri adım attım.
Kwan, "İçerisi labirent gibidir," dedi memnuniyetsiz bir sesle. Az önce onu itmiş olduğumdan dolayı sinirli gibiydi.
"O zaman bize yolu göstermeye ne dersin bay çok-önemli-konuşma-yapan-sinir-abidesi?
Kaşları çok dik bir açıyla çatılmış halde suratıma baktı. Bir an için yumruğunu sallayacak sandım, bir an için.
Sonra yanımdan geçip sağa doğru yöneldi. "Dae'ydi sanırım. Sen şu," bana ifadesiz bir bakış attı, "ucubeyle git, bücür de benimle gelsin."
Sung, "Heey? Neredeyse aynı boydayız, eğer bir daha bana bücür dersen.. Neyse, okçuluk dersi aldığımı söylemiş miydim? Profesyonel bir şekilde," demekle yetindi sağ koridora geçerken. Bense ne dediğine aldırmadan sola yöneldim ve koşmaya başladım. Dae arkamdan takip ediyordu.
Tepemizde cızırdayan floresanın fon olduğu koridorda ilerlemeye başladık. İlk köşeyi döndükten sonra belli bir süre duraksamak zorunda kaldık. Sağ tarafımızda kalan iki kapı ve devam etmekte olan koridor önümüzde uzanıyordu. Dae soru sorar gibi bana baktı.
Denemekte fayda vardı.
İlk kapı beni şaşırtmamış ve kilitli çıkmıştı. Kulağımı kapıya yaklaştırıp dikkat kesildim. Ses yoktu.
İkıncı kapı ise hafifçe aralanmış olmalıydı çünkü kapı arasından hafif bir ışık sızıyordu.
Ölmek için ne kötü bir gün, diye geçirdim içimden. Kapıyı elimden geldiğince sessizce açtım, Dae de arkamda durmuş ve içeride ne olduğunu görmeye çalışıyordu. Gözleri büyüdü ve muhtemelen çığlık atmadan önce elimi ağzına koydum. Parmağımla 'Şşt' işareti yaparken huysuz bir şekilde elimi geri itti.
İçeride, çoğu sönük durumda olan bir sürü kamera görüntüsü ve ekranın önündeki sandalyede uyuklamakta olan biri vardı. Parmak uçlarımda ilerledim ve kapı girişinde öylece bırakılmış tahta parçasını -bugün uğurlu günümdü- kaptığım gibi adamın arkasında bitiverdim. Amacım; hızlı bir şekilde adamı benden tarafa çevirip elimdekini kafasına geçirmekti, bence de mükemmel bir plandı.
Ancak olaylarda bir takım aksaklıklar oldu. Mesela adamı çevirdiğim gibi aslında onun adam değil de, kafasına 13. Cuma filmindeki kötü elemanın maskesi geçirilmiş garip bir şey olması gibi.
Bu sefer ben çığlık atmamak için kendimi tutarak geriye sıçradım. Ne salak bir şakaydı bu böyle?
Dae, "Hey, yoksa şunlar tahmin ettiğim kişiler mi?" dedi bir tane ekranı işaret ederek. O tarafa doğru yaklaştım. Arkası dönük ve oduncu gömleği giymiş adam birine bir şeyler anlatıyor gibiydi. Kişi sandalyeye bağlanmıştı.
"Hadi oradan, cidden sandalyeye mi bağladı?!" diye sesli düşündüm koridorda koşturmaya başlamadan önce. Belki de tahmin ettiğimizden daha büyük bir belanın içerisindeydik.
---
"Gördün ya, kimse gelmiyor. Yani umurlarında değilim. Artık bıraksan da gitsem? Acıkmaya başlıyorum da."
Şu anki performansım değerlendirmeye alınsaydı rahatlıkla bir Oscar kazanırdım, cidden.
Beni duymamazlıktan geldi ve odanın köşesinde bir şeylerle uğraşmaya başladı. Arkadan göremesem de metalik bir ses duyabiliyordum, bir bıçağın bilenmesi gibi mesela.
Aman Tanrım. Umarım beni korkutmak için yapıyordur diye dua ettim, ki çoktan gerçekleşmiş durumdaydı. Ne olacaktı ki? Gün aydınlanana kadar sandalyede mi bekleyecektim? Yani ölmektense tabii oturmayı tercih ederdim ama kollarım uyuşmaya başlıyordu.
''Sana diyo-''
''Aptallaşma,'' dedi arkasını dönmeden. ''Kwan yola çıkmıştır bile, onu senden daha iyi tanıyorum. O geldiğinde bir karar anı olacak.''
Ne güzeldi değil mi? Yaşayıp yaşamamam konusunda bir karar anı. Belki, belki bir umut.. Adam yaptığı işe -hala bilmiyordum- o kadar dalmıştı ki benden tarafa bakmıyordu. Sağa sola doğru sallanmaya başladım, amacım sandalyenin dengesini bozup yavaş bir şekilde yere düşmekti. Kolumun üstüne düştüğümde neredeyse kafamı çarpacaktım. Dikkatli bir şekilde Kwan'ın babasından tarafa bakış attım. Şimdi de birileriyle telefondan konuşuyordu. Güzel.
Kozmetik ile yakından alakası olan bir arkadaşınızın olması çok güzel bir duyguydu. Cebimde Dae'ye ait olan törpü ile gevşek bağlamış ipleri çözdükten sonra ayak kısmı için ellerimi kullandım. Kapı benim sağ tarafımda kalıyordu, yani şu an Kwan'ın babasının arkasının dönük olduğu kapı. Kocaman bir depoda sesimin yankılanmasından normalde korkmam gerektiğini biliyordum ama şansa bakın ki şu an bağırarak olayları izah etmeye çalışan da ta kendisiydi.
Ve böylelikle ağır kapıyı itip kendimi ıssız bir koridorda buldum. cızırtı sesleri ve açık bir şekilde tavan şeridini takip eden borulardan oluşan bir ortamı vardı. Hızlı adımlarla ilerleyip ilk sağdan dönmemle birlikte bir şeyler oldu.
İşte bu sefer gerçekten kafamı çarpmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bir tutam kurabiye
FanfictionÖnüme biri sade biri çikolatalı kurabiye konulsa, ben ilk sadeyi yerdim. Çünkü biliyordum ki en sevdiğim sona kalmalı. Böylelikle daha çok haz alabilirdim. İşte başıma gelen de tam böyle bir şey. Sanki sade olan kurabiyeyi yemişim de hayat karşıma ç...