Ying ve Yang

5.7K 381 110
                                    

  Ç/N: Küçük bir not düşeyim bundan önceki bölümün adında geçen 'Mütekabil' karşılıklı demek. (:


  Yüzünü-bana-doğru-yaklaştırıyordu.

  Ne yaptığımdan bile emin değildim ve birden boyu gözüme devasa gelmişti. Bir şey düşünmeliydim. Elini çeneme koyduğunda ne yazık ki son akıl sağlığımda kanatlanıp Seoul'un bu karanlık gecesine doğru kanat çırpmıştı. İçimden bir ses Bunu sakın yapma! diye çığlık atsa da giderek çevremdeki sesleri duyamaz oldum. Burnu benimkine değmeye başladığında yutkunduğunu gördüm. Tam pes edip ellerimle vücudunu itecekken biri arkamızdan ciyakladı.

  ''Bak anne, öpüşüyorlar!''

  Hemen suratını benimkinden uzaklaştırdım ve hiçbir şey olmamış gibi ellerimi göğsümde kavuşturdum. Aslında bunu ellerim titrediği için de yapmış olabilirdim ancak şu an bunun hiç önemi yoktu. JungKook da girdiği rüyadan uyanmışa benziyordu ve gözlerini birkaç kere şaşkınlıkla kırpıştırdıktan sonra o da sesin geldiği yöne baktı.

  Ben çoktan bir eliyle annesinin elini tutan, diğer eliyle de bizi çılgınca işaret eden küçük çocuğa doğru ilerlemeye başlamıştım. Yanına çömeldim ve yaşına göre -sekiz ya da dokuz, bilemiyorum- fazla uzun olan saçlarını okşadım. ''Hayır tatlım, büyük abi sadece saçımdaki örümceği uzaklaştırmaya çalışıyordu.'' Yalanımı daha da gerçekçi kılmak için elimi büyük bir örümcek tasvir ediyormuş gibi açtım. ''İşte bu kadardı!''

  ''Vay canına!'' diye büyülenmiş gözlerle elimdeki hayali örümceğe baktı bir süre çocuk. Ona gülümsedim ve doğrularak annesinin önünde kırk beş derecelik açıyla eğildim. ''Verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dilerim.''

  ''Lafı mı olur tatlım?'' dedi annesi biraz da şaşırarak ama gülümseyerek ortayı yumuşatmaya çalıştığı da belliydi. Sonra çocuğu sıkıca tuttu ve biraz da azarlar bir ses tonuyla: ''Asıl bu küçük afacan size rahatsızlık verdi.'' Sonrasında arkalarını dönerek uzaklaşmaya başladılar. Gitmeden önce çocuğun annesine dondurma almak istediği için yakarışını izledim.

  Şimdi soğukkanlı olmam gerekiyordu. Başımı kaldırdım ve arkamı döndüm. Vay canına, eminim bu hareketi görseydi Dae benimle gurur duyardı. Muhtemelen İşte benim havalı arkadaşım! falan derdi. Parmağımı kaldırıp azarlar gibi JungKook'a doğrulttum. ''Ve seninle evde görüşeceğiz.''

  Beni takip ettiğinden emin olarak adımlarımı evime yönelttim. Ve bu arada karanlık olduğu için de şükrediyordum, yanaklarımın bir domates kadar kızardığına yemin edebilirdim. Bu velet nasıl beni öpmeye kalkabilirdi ki! Önce benden nefret ettiğini oldukça açık bir şekilde belli etsin, sonra da yüzsüz gibi beni öpmeye çalışsın! Aslında istemediğimden değildi. Ya da- Ah.. Ne saçmalıyordum ben?

  Kalbimin deli gibi atmasına aldırmadan ellerimi yanaklarıma koydum. Hala oldukça sıcaklardı. İlk defa böyle bir şey yaşadığım için miydi bilmiyorum ama acilen eve gidip Dae ile konuşmak istiyordum. Bu işle ancak o başa çıkabilirdi. Açıkça söylemek gerekirse eksik tahta sayısının benden daha az olduğu kesindi.

  eve sessizce girerken arkamdan hala yere bakmakta olan JungKook'a öldürücü bakışlarımı gönderdim. O da bana hiçbir şey olmamış gibi bakmaya devam etti, ne güzel. Sonra hiç beklemediğim bir şey yaptı. Sırıttı! Oracıkta iğrenç yeşil renkleriyle uzaylılar belirip ''Selam dünyalı, biz barış istiyoruz.'' deselerdi daha çok şaşırırdım.

  ''Ne oldu, kızarmış gibisin.'' 

  Kaşlarımı çattım ve şaşkınlıktan açılan ağzımı kapamaya uğraşmadım. Kendini ne zannediyordu?

  Kolundan tutup onu mutfağa çektim. Amcam çoktan uyuyor olmalıydı. Kapıyı arkamdan kapadığımda sonunda öfkemi kusabilmek için arkamı döndüğümde gözlerinde yine o alaycı parıltıyı gördüm. 

  ''Kızgın bir tavşana benziyorsun.'' dedi tezgaha yaslanırken.

  ''Sen de hastalıklı ve yüzsüz bir domuza!'' Tamam, hakaret konusunda pek yaratıcı olduğum söylenemezdi ancak o anda aklıma gelen ilk şeyi söylemiştim.

  Ağzından hafif bir kıkırdama yükseldi ve bu benim şalterleri attırmaya yetmişti. Uzun adımlarla ona yaklaştım, şu an ergen kız modunda olduğumu biliyordum ama kimsenin duygularımla oynamaya hakkı yoktu.

  ''Bir açıklama bekliyorum,'' dedim ellerimi kalçalarıma koyarken. En azından bunu hak ediyor olmam gerekiyordu.

  ''Yaşın getirdiği hormonal bir durum.'' dedi umursamayarak. 

  Ya, demek hormonal bir durumdu. Birazdan üstünde tekvando hareketlerini uygularken benim de bahane edeceğim bir konu çıkmıştı. Morarmış bir gözle yanımda dikilirken amca Hormonal bir durum! derken yüzünün alabileceği ifadeyi hayal etmeye çalıştım. Ama önce şimdiki zamanla ilgilenmem gerekiyordu.

  ''Sen.. sen çok kötüsün!'' 

  Daha iyi bir suçlama beklermiş gibi tek kaşını kaldırdı. 

  ''Ayrıca genç bir kızı gecenin yarısında öpmeye kalkacak kadar da umursamaz ve iğrenç.'' dedim giderek fısıltıya dönüşen sesimle. Yakasından kavradım ve kendime doğru çektim. 

  ''Sana yemin ediyorum ki eğer bir daha bana isteğim dışı dokunursan, senin de amcama eşlik etmene yardım ederim.'' dedim sesime Jason Statham* havası katarken. ''Yürüyemeyeceğine benim kadar sevineceğini sanmam.''

  Sonra saçlarımı savurarak arkamı döndüm ve bakışlarını hala ensemde hissederken mutfaktan çıktım. Üstüme giydiğim montu çıkardım ve yerdeki yeni alınmış giysi poşetlerine baktım. Onu tekmeleyecek kadar çocuk değildim. Onun yerine koşa koşa odama çıktım ve Dae ile konuşacağım konuların hangisinden başlayacağıma karar vermeye çalıştım.

  Yarın okul günü tahmin ettiğimden daha zor geçecekti.


  *Jason Statham (d. 26 Temmuz 1967), İngiliz aksiyon, dövüş filmi oyuncusu ve eski bir dalgıçtır. Daima kendi sahne dövüşünü ve hünerlerini sergiler. Kendi antikahramanlığı ile ünlenmiştir ve filmlerinde genellikle İngiliz aksanı ile konuşur.  


  Ç/N: Umarım yazarınıza çok kızgın değilsinizdir. Unutmadan söyleyeyim daha önlerine oldukça fazla fırsat çıkacak. Ve eğlenerek okumayı unutmayın!

  

  

bir tutam kurabiyeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin