Aldatmaca

4.2K 342 40
                                    

  ''Ah, burnum.''

    Top Dae'nin kafasına isabet ettiğinde, bu sözler salonu doldurmuştu.

  ''Daha dikkatli olmalısın, Dae,'' dedim gülmemek için kendimi tutarken.

  ''Tabii ya, senin için söylemesi kolay.''

  Kızların maçı bittikten sonra kenara, yere oturdum ve dinlenmeye koyuldum. Dae hemen yanıma çöktü ve rahat bir pozisyon aldı. Erkeklerin basketbol maçı başlamak üzereydi.

  ''Hey Dae,'' dedim.

  Tek kaşını kaldırdı.

  Az önce muhtemelen bir sapık beni aradı, numaramı nereden bulduğunu bilmiyorum ama beni öldürüp kenarı atması muhtemel.

  İç geçirdim, bunu ona söylersem gülebilirdi. ''Sence de Sung bugünlerde çok yakışıklı gözükmüyor mu?'' dedim sesimi biraz yükselterek. Göz ucuyla Sen geç dalganı ifadesi takınan Sung'a bakmaktaydım. Ona kocaman gülümseyerek el salladım. Arada sırada arkadaşlarıma takılmak keyfimi oldukça düzeltiyordu.

  ''Aynen öyle, sonunda biraz düzeldi,'' dedi Dae aynı ses tonuyla. Sung ise kafasını çevirdi. Dae ise suratını düşürmüştü. ''Neden bana da komik surat ifadesini göstermedi,'' dedi küçük bir çocuk edasıyla.

  Gülmekle yetindim. Sung ise yanına JungKook'u çekmiş ve bizim tarafa doğru bağırıyordu; ''Asıl yakışıklın burada, prenses!''

  Salondaki oluşan sessizlik muhtemelen çenemin yere düşmesinden oluşan 'Pat' sesindendi. Sonra bürünmem gereken rolü hatırladım. Çabucak ağzımı kapadım. ''Ah, haklısın, şanslı ben..'' 

  Öğrenciler tatmin olmuşa benziyordu. Tekrar aralarında konuşmaya döndüklerinde içimde biriken öfke dolu lafların cezasını sonraki teneffüs Sung'dan çıkarmayı planlıyordum. Maç başladığında pek bir beklentimiz yoktu haliyle, çünkü sadece Sung'da doğuştan bir yetenek vardı ve tek kişiyle pek eğlenceli bir maç olmuyordu. Ancak hava atışında JungKook'un topu takımına kazandırmasıyla, herkesin ağzından 'Vay canına' ve 'Muhteşem' ler çıkmaya başladı. Ben ise ''Yok artık' diyenlerdendim.

  Birden ciddileşen ortamda ayakkabıların salon tabanına sürtünmesiyle oluşan seslerden başka çıt çıkmıyordu. Bir de aniden heyecana gelen çılgın beden hocamızın düdük sesleri. 

  ''On numara, faul!'' diye bağırdı hakem havasına bürünerek. Heyecanla maçı izlerken topu takip etmekte zorlanıyordum. Tabii ki bir Lakers vs Heat maçı değildi ama bizim için o an öyleydi.


---


  ''Bu senin suçun,'' dedim hemşire görevinin bana verilmesinden hayıflanarak. Revirde JungKook'un önüne diz çökmüş ve ayağını sarmakla meşguldüm.

Maçın son saniyelerinde bir öğrenci JungKook'un üstüne uçmaya karar vermişti, kötü bir kazaydı. Canının çok acıdığını biliyordum, belli etmemeye çalışsa da önümdeki tabureye otururken yüzünün nasıl bir hal aldığını görmüştüm.

  ''Bu nasıl benim suçum olabilir ki, JiJi?'' dedi yüzünü buruştururken. İç geçirdim ve bandajı sabitledikten sonra karşısına dikilip ellerimi belime koydum. ''Şimdi, yürüyebilir misin?'' dedim pek de umutlu olmayarak.

  ''Tabii,'' dedi kendini beğenmiş bir şekilde. Kalkması için yana çekildim. Hızlı bir şekilde ayağı kalktı ve tek kaşını kaldırıp bana bir bakış attı. Eğer ilk adımını attıktan sonra üstüme devrilmeseydi, oldukça havalı gözükebilirdi. 

  Her ne kadar yaşıtımdaki kızlardan güçlü olsam da onun bedenini taşıyacak kadar güçlü değildim. ''JungKook, yapma..'' diyemeden sırt üstü yere düşmüştüm. ''JungKook, kalk!'' dedim telaşla. İnsanlar böyle bir durumu görse, yanlış anlayabilirdi.

  ''Üzgünüm,'' dedi ondan beklenmeyecek bir tavırla. ''Canın acıdı mı?'' dedi doğrulmaya çalışırken. Benim yanmamıştı belki ama onun çok yanıyormuş gibiydi. Sonunda oturur pozisyona geçtiğinde sırtını ilaç dolaplarından birine yasladı. ''Acınacak bir durumdayım,'' dedi ayak bileğine dokunurken.

  ''Biraz,'' dedim doğrulurken. ''İstiyorsan izin alabiliriz, böyle dayanabileceğini sanmıyorum.''

  ''Sanırım haklısın,'' dedi yüzünü ekşitirken. Yanına gittim ve elini omzuma attım. ''Yavaşça kalkıyoruz- Yavaşça dedim!'' Sendeleyerek yana kaydım ama pozisyonum değişmemişti. Sonunda ayağa kalktığımızda rahat bir şekilde tüm ağırlığını benim üstüme vermişti. ''Pekala,'' diye fısıldadım. Yapacak bir şey yoktu.


---


  Onu kanepeye oturttuktan sonra geri dönüp sokak kapısını kapadım. Çantalarımız gelişigüzel bir biçimde girişe atılmış duruyordu. Oturma odasının boş olması demek, amcamın kontrole gitmesi demekti. Yine de emin olabilmek için mutfağa gittim ve buzdolabına bırakılmış yazıyı okudum. Karşı komşularımızdan Sevimli Teyze -laf aramızda, elli yaşında olsa da benden daha güzel bir kadındı- onu kontrole götürmeyi kendine görev bilirdi.

  İçeri geçtiğimde bir tane minder kaptım ve alçak masanın üstüne yerleştirdim. ''Uzatsan daha iyi olur,'' dedim. dediğimi yaptı. Ben karşısına otururken beni süzüyordu hala. ''Umarım kırılmamıştır, kronik bir sızı hissediyor musun?'' dedim.

  ''Muhtemelen sadece bir burkulmadır,'' dedi sakin bir ses tonuyla. Umarım diye geçirdim içimden. İki kırık ayaklı bu ev için fazlaydı.

  Oturduğu yerin muhtemelen bir metre uzağında olan kumandaya uzandı ancak yetişemiyordu. ''Şunu uzatır mısın JiJi?''

  Gözlerimi devirdim. Bunu hak etmek için ne yapmıştım ben? Sızlanarak yerimden kalktım ve koltuğun karşı tarafında duran kumandayı alıp ona uzattım. ''Al.''

  ''Daha yakına gel, gördüğün üzere sakat durumdayım,'' dedi hiç istifini bozmadan. Birazdan üstüne pençelerimi çıkarıp atlarken istifini bozmak zorunda kalacaktı. Derin bir nefes alıp verdim. Sakin olmalıydım, sakin. ''Pekala, buyur,'' diyerek kumandayı kucağına attım.

  Televizyonu açıp çizgi film kanalı buldu. ''İzlemek ister misin?''

  Böyle davranınca gerçekten tuhaf buluyordum onu. Çünkü genelde konuşmalarımız tartışma ya da laf sokma üzerine kurulu olurdu. Ancak reddetmedim.

  Biraz uzağına oturdum ve televizyona bakmaya başladım.

  ''Hey, yanağında bir leke mi kalmış senin?'' dedi kaşlarını çatarak.

  ''Hani, nerede?'' diye elimi kaldıracakken hareketim yarıda kesildi. Yanağıma ufak bir öpücük kondurmuştu. Gözlerim yavaşça açılırken dediklerini pek net duyamadım. Muhtemelen ''Şimdi geçti,'' gibi bir şeydi.

  Kafamı hızla yana çevirdim, ''Ne yaptığını sanıyorsun!'' 

  Ancak bana bakmıyordu. Birkaç saniye sonra bana bakmayı akıl edebilmişti. ''Sessiz olacak mısın, bir şey izliyorum,'' demekle yetindi. 

  Ağzım açık bir şekilde ona bakmayı sürdürdüm. yumruğumu ısırmamak için kendimi zor tutuyordum. Gerçekten, bu çocuğu hiç anlamıyordum. Hem de hiç.



bir tutam kurabiyeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin