Kopan İpin Sesi

3K 223 37
                                    


  ''Sana hep güvenimiz tamdı JiJi, bir an olsun öldüğünden şüphe etmedik.'' Sung arka koltuktan öne doğru eğilmişti ve konuşmaya dahil olmaya çalışıyordu. 

  ''Ama az önce çok kötü bir arkadaş olduğunu, onun ölmesine izin verdiğini söylememiş miydin?'' diye sordu Dae. Amacı tabii ki de Sung'un damarına basmaktı.

  Evet, bir kez daha hayattaydım. Ancak kafamda kocaman bir şişlik olduğuna yemin edebilirdim. Koridordan hızla dönünce JungKook ile burun buruna gelmiştik. Ve ben kafamı çarpmıştım. Her ne kadar bunun için özür dilese de bu benim acımı dindirmeye yetmemişti.

  ''İyi tarafından bakarsak-''

  ''Hangi iyi taraftan bahsediyorsun? Az önce hayatım bir pamuk ipliğine bağlıydı, bilesin diye söylüyorum,'' dedim yorgun bir sesle.

  Sung ellerini Peki anlamında kaldırdı ve geri yaslandı. Kwan orada babasıyla birlikte kalmak istediğini söylemişti, itiraz edecek değildim. Belki de o deli adamı sakinleştirecek sözleri o biliyordur diye düşünmüştüm.

  Dördümüz de sessizlik içinde yol aldık. Pencereden ürkütücü doğayı izlerken acilen uyumam gerektiği kanısına varmıştım.


---


  ''U-yan-sa-na.''

  Birileri bir şeyler mırıldanıyordu. Açıkçası yastığımın yumuşaklığı sesi bastırdığı için kim olduğunu çıkaramıyordum. 

  ''Hey, uyan.''

  Bir kez daha olmuştu. Neden bu kadar kısık sesle konuştuğunu bilmiyordum, gerçi kimin konuştuğunu da bilmiyordum. Gözlerimi açmadan elimi kaldırdım ve bir kumaş parçasına denk geldim. Battaniyem olmalıydı. 

  ''Git başımdan,'' diye söylenirken battaniyemi üstüme çekmeye çalışıyordum. Ancak o gelmemek konusunda ısrar ediyordu. Kızgınlık içerisinde gözlerimi araladım. 

  JungKook, yalnızca birkaç santim uzağımda -belki de milimetredir, bilemiyorum- durmuş ve şaşkınlıkla elime bakıyordu. Sonra gözlerini bana dikti. Elimle, giydiği beyaz kazağın yakasını kavramış bulunuyordum ve asıl ilginç olan şey de onu sıkı bir şekilde kendime çekmeye çalışmamdı. JungKook üstüme düşmemek için ellerini iki yanıma koymuştu.

  Akıllı olan şeyi yapıp çığlık atmadım. Ama asıl salaklığım da şaşkınlığımdan kurtulamayıp genç çocuğu üstümden itmeye çalışmaktı. Ve tabii ki denge konusunu hesaba katmamıştım. JungKook büyük bir gürültü eşliğinde zemine düşerken ağzım açık bir şekilde doğrulmuştum.

  ''Bu,'' dedi yerden kalkmaya çalışırken, ''büyük bir haksızlık. Madem iteceksin, neden önce kendine çekiyorsun ki,'' dedi aklı karışmış bir halde. Ağzımı kendi isteğimle kapatamayacağımın farkına varıp bu sefer gerçek olan battaniyemi burnuma kadar çektim.

  ''Tamam, uyandım,'' dedim battaniyeyi indirerek. Yavaşça yataktan doğruldum ve kapıdan çıkmadan önce odanın ortasında dikilmekte olan JungKook'a seslendim, ''Ayrıca bu senin hatan.''

  ''Öyle mi,'' dedi JungKook koridorda beni izlerken. ''Haklısın, cazibeme karşı koyamayacağını düşünmem gerekiyordu.''

  Lavabonun kapısını suratına kapatmadan önce ona dil çıkardım. Her şey normale dönmüştü anlaşılan. Ve işte size güzel haber, bugün yıl başıydı.

  

---


  ''Dün oldukça huzurlu bir uyku çektim, çocuklar,'' dedi amcam gazetesinden başını kaldırmadan. Yakın gözlükleri burnunun ucunda, düşmek ile düşmemek arasındaki ince çizgide duruyordu. Önümdeki sıcak kreplere çikolata sürerken amcamı başımla onayladım. En azından birimizin iyi bir uyku çekmiş olması sevindiriciydi.

  ''Aksine, ben de,'' diye söze girdi JungKook masadaki yerini alırken, ''çok ilginç bir rüya gördüm. JungJi mafya tarafından kaçırılıyordu. Ne kadar ilginç, değil mi?''

  Krep boğazımda kaldı.

  ''Evet, gerçekten de öyle,'' dedi amcam tek kaşını kaldırıp bana bakarken. JungKook'un ayağına topuğum ile vurdum.

  Acı içinde bağırmasına şaşırmış gibi yaparak; ''Bir sorun mu var, JungKook?'' dedim.

  Öne doğru eğilmiş vaziyette ayağını tutarken kafasını sağa sola sallamakla yetindi. Sütümden bir yudum alırken kafası karışmış amcama bakıyordum. Birkaç saniye daha beni süzdükten sonra hafifçe sırıttı ve manşetlere göz atmaya geri döndü.


---


  ''Bugün kesinlikle birlikte bir şeyler yapmalıyız!''

  Bilgisayarımın başında güncel haberlere göz atarken Dae aynen böyle bağırmıştı. Telefonu hoparlöre verdiğime seviniyordum. Zavallı kulaklarım..

  ''Ne yapmamızı önerirsin? Ama lütfen karaoke olmasın, benden bu kadar.''

  ''Yo, hayır. Aklımda daha iyi planlarım var. Apgujeong-dong'ta mükemmel bir mekan var, bilirsin. Kesinlikle oraya gitmeliyiz.''

  Pek dışarı çıkan bir tip olmadığım için bilmiyordum. Sandalyemde geriye yaslanıp ellerimi başımın üstüne koydum, nereden bahsediyor olabilirdi ki? 

  ''Good Night & Good Luck*?'' diye sordum.

  ''O Sinsa-dong'da JiJi,'' dedi. Gözlerini devirdiğini buradan bile anlamıştım. Sırıtmama engel olamadım, bu işlerde gerçekten de kötüydüm.

  ''Ayrıca, neden kutlama için sizi öyle bir yere götüreyim ki?''

  Cevap vermedim. Aklından ne geçtiğini anlamaya başlıyordum.

  ''İyi hazırlansan iyi olur JiJi, Monkey Beach*'e gidiyoruz!''

  


*Good Night & Good Luck: Kore'de bir kafe.

*Monkey Beach: Kore'de popüler barlardan biri.

   

bir tutam kurabiyeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin