Eğer olmamasını dilediğiniz bir şeyi bekliyorsanız, zaman aşırı hızlı geçiyordu.
Odamda oturmuş sessizlik içinde duvarları izliyordum. Festivalden sonra herkes evlerine dağılmıştı, yani en azından biz JungKook'a öyle söylemiştik. Eminim Sung ve Dae ellerinde hazır tuttukları telefonla tetikte beklemekteydiler.
''Bence gitmez,'' diye sesli düşündüm. Ancak sesli söylerken bile inanmamıştım bu dediğime. Saatime baktım, beşe geliyordu ve hava çoktan kararmıştı. Aslına bakarsanız, yarın yılbaşıydı. Tabii ya, o kadar karışık şeyler oluyordu ki zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştım.
Kapısını çalmaya -kabul ediyorum- biraz çekindiğim için ona KakaoTalk'tan mesaj attım.
Hey, naber? Odanda durumlar nedir?
Telefonu kafama vurdum. Herhalde camı açıp yan odaya doğru bağırsaydım onu kontrol etmek istediğimi daha zor anlayabilirdi.
Birkaç saniye sonra mesaj sesi geldi ve hemen mesajı açtım.
Merak ediyorsan hala buradayım.
'Çok komik' diye geçirdim içimden ve sonradan neden başka bir şey daha yazdığına bakmak için ekranı aşağı kaydırdım. Harika, bir de kanıt için fotoğraf mı yollamıştı?
Senin o iğrenç bornozlu fotoğrafını görmek zorunda değilim, sapık.
Bana mı öyle geliyordu yoksa yüzüm mü kızarmıştı. Ellerimin tersiyle yanaklarımı yokladım, sıcaktan olmalıydı.
''Hava eksi beş derece,'' diye mırıldandım kendi kendime ve attığı mesaja bakmak için telefonu yine elime aldım.
İkimiz de iğrenç olmadığını biliyoruz.
Gözlerimi devirdim, bir de sonuna gülen yüz koymuştu.
Acilen Dae ve Sung'a ulaşmalıydım, bugün harekete geçeceğinden her ne kadar emin olmasak da bir şeyler yapmanın zamanı gelmişti. Biliyorum, şuan acayip şeylerle uğraşıyorduk. Yani bir gözden geçirirsek peşimizde kim olmadığını bilmediğimiz ama seslendirme sanatçısı gibi konuşan bir herif vardı ve bir şekilde bizimle ilgileniyordu. Ancak ilgilenme kısmını mahvettiğimize emindim, yoksa JungKook ucunda hiç iyi şeylerin olmadığını tahmin ettiğim bir randevuya gidiyor olmazdı.
Peki, kimdi bu çakma seslendirme sanatçısı?
Hafızamı yokladığımda elime pek verimli şeyler geçmemişti. Varsa yoksa JungKook'la tanıştığımız günden sonra olduğu için pek de geriye gitmeme gerek kalmamıştı. Okulda da olacağını sanmıyordum, seçenekler giderek elenirken aklıma Kwan geldi. Ama hayır, Kwan bile peşimize böyle bir şey takacak biri değildi, değil mi?
Telefonu elimde çevirmeye başladım, acaba bunu Kwan'a sormalı mıydım? Okul bahçesinde yaşadığımız ufak çaplı kazadan sonra onunla pek konuşmamıştık, açıkçası konuşmak da istemiyordum. Beni yanlış anlamayın, belki de aslında iyi bir çocuktu vesaire.. Ama içinde bulunduğunuz arkadaş ortamına saf kötülük besleyen ve bunu bakışlarıyla çok iyi anlatan birine karşı en fazla bu kadar hoşgörülü olabilirdim sanırım.
Dışarı çıktığımız günleri düşündüm: Han Nehri, birkaç küçük koşturmaca, festival, karaoke partisi-
Gözüm tekrar telefona kaydı. Daha doğrusu, telefon kabının ucundaki ufak çatlağa. Telefonumu düşürdüğümde oluşan çatlağa.
Sonra o aptal koridorda telefonumu suya düşürdüğümü anımsadım. Telefonla konuşan bir erkek sesi duyduğuma emindim. Peki tüm bu olanların ortak noktası neydi?
Ellerimi kafamın içine alıp sırtımı yatağa dayadım. Sabahtan beri yerde oturup telefonumla bakışmaktaydım ne de olsa. Telefonumu bana geri teslim eden JungKook'tu, yani kilit noktaydı. Ama bunu ona sormamda imkan yoktu.
'Hey JungKook, hani telefonumu düşürdüğüm gün bir adamın elinden almıştın ya? İşte muhtemelen bizim peşimizdekiler ile ilgisi olan biri, sen de onlarla buluşmaya gidiyordun, değil mi?'
Pekala, çok saçma bir düşünceydi. Ama başka mantıklı açıklaması olamazdı. Telefonumu düşürdüğümde pekala numaramı da rahatlıkla almış olmalıydı. Bu da neden bizi damdan düşer gibi bulduğunun kanıtıydı.
Acaba not alsa mıydım? Yan çekmeceye uzandım ve not defterimle kalemimi elime aldım. Düşündüklerimi yazdıktan sonra -yargılamayın, yorgundum ve unutabilirdim- yazdıklarımı gözden geçirdim. Diyelim ki o koridordaki adam bu olayla bağlantılı, ama neden?
Tam o anda telefonum titremeye başladı. Arayan Dae'ydi. Dikkatli bir şekilde telefona uzandım.
''Dae?''
''Selam JiJi, herkes tam olması gereken yerde, değil mi?'' dedi şifreli konuşmaya çabalayarak. Hafifçe tebessüm ettim.
''Son baktığımda öyleydi,'' dedim fotoğraf yine aklıma gelirken. Bunun hesabını sonra sormalıydım.
''Sung ile gizli yerimizde oturup biraz muhabbet ettik de, bazı önemli meselelere karar verdik. Mesela buluşma gecesi bugün.''
''Ne!?'' dedim kendimi tutamayarak, sonra hemen boştaki elimle ağzımı kapadım. JungKook'un bir şey duymadığını umut ediyordum.
''Evet, bu konuya gelirsek,'' dedi lafı uzatarak, ''bunu bize şey söyledi..''
''Kim, çakma seslendirme sanatçısı mı?''
''Çakma seslendirme ney?''
''Yani bizim şu telefondaki herif.''
''Yo hayır o adam değil de, herif seslendirme sanatçısı mıymış?''
''Hayır, neyse. Kim peki?'' dedim elimdeki not defterini sıkarken.
''İşte o kısım biraz karışık,'' dedi Dae lafı gevelemeye devam ederek. Yanımda olsaydı kafasına not defteriyle çoktan vurmuş olurdum. Belki o zaman lafı gevelemeden konuşabilirdi.
''Kısaca söylemek gerekirse,'' dedi konuşmaya karar veren Dae, ''sanırım mafya konusunda haklısın.''
Nefesimi tuttum.
''Bizim Kwan Yakuza liderinin oğluymuş, JiJi.''
*Yakuza ,gokudō olarak da bilinir, Japonya'daki geleneksel suç gruplarının üyelerine verilen isimdir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bir tutam kurabiye
FanfictionÖnüme biri sade biri çikolatalı kurabiye konulsa, ben ilk sadeyi yerdim. Çünkü biliyordum ki en sevdiğim sona kalmalı. Böylelikle daha çok haz alabilirdim. İşte başıma gelen de tam böyle bir şey. Sanki sade olan kurabiyeyi yemişim de hayat karşıma ç...