Cumartesi Sabahı
*I will be your deadman
With nothing but this blood on my hands*
(Olacağım sizin kuklanız.. ellerinde kandan başka bir şey olmayan)
''Ah, kapa çeneni,'' diye söylendim başımı yastıktan kaldırırken. Emin olun ben de sabahları Pamuk Prenses gibi uyanmak için çabalıyordum ancak sonum hep mağara canavarı gibi oluyordu. Alarmın kapama tuşunu sonunda bulduğumda esneyerek yataktan doğruldum. Belki de Pamuk Prenses'in özü yedi cücede saklıydı.
Belki yedi cücem yoktu ama bir adet Johnny Bravo'm vardı. Ve kendisi şu an banyoyu meşgul etmekteydi.
''Sence de saçını yapmak için bir saat yeterli değil mi?'' diye bağırdım kapalı kapıya doğru. Bana ağız çalkalama sesiyle yanıt verdi. Kendimi boğuyormuş gibi nefretimi belli ettikten sonra aşağı inmeye karar verdim. Amcam hala uyuyordu, beni uyandıranın amcamın horultusu değil de alarmım olmasını birkaç saniye şaşkınlıkla düşündüm. Sonraki saniyelerde ise bu düşünce açlık fikrine doğru kaydı.
Biliyorum, şu an neden cumartesi erkenden kalktığımızı düşünüyorsunuz. Yanıtı basitti;
Kültür festivali.
Bizim değil tabii, buralara yakın başka lise düzenliyordu. Haneul'un gittiği lise olduğu için ben de merak etmiyor değildim. Sanırım bugün bir kıyak geçip krep yapabilirdim.
Krepleri tabağa yerleştirirken sonunda ayak seslerini duydum. Muhtemelen hala yürümekte zorlanıyordu ama durumu iyiydi. Merak konusu olmadan söyleyeyim, yaşayacaktı.
Her zamanki ıslak saçlarıyla mutfağa girdi ve sandalyeye çöktü. Birkaç saniye bakarak bakışlarımla onu öldürmeye çalıştım. Sonra vazgeçip işime devam ettim. ''Eğer bir daha saçını kurutmadan mutfağa adım atarsan,'' dedim kreplerin ona düşen payını önüne bırakırken, ''saçlarını krep ile kurularım.''
Bunun üzerine başını eğip yemeğine odaklandı. Gizlice sırıtıp sırıtmadığından şüpheliydim.
Hızlıca yemeğimi yiyerek kendimi üst kata, banyoya attım. Saçlarım sanki şu zamana kadar Amazon Ormanları'nda yaşam mücadelesi vermişim gibi karışıktı. Hızlı bir duşun ardından belli bir süre daha saçlarımla uğraştım ve dişlerimi fırçalayarak işlemimi bitirdim. Odama geçerken JungKook da odasına giriyordu.
Sonunda üstüme ne çok sıradan, ne de aşırı kaçacak -kısacası idare eder- kıyafetler geçirdim. Çoğunluğu siyah ve gri olan kombinime geçer not verdikten sonra ayakkabılarımı giymek üzere aşağı yollandım.
---
''Vay be, amma kalabalık,'' derken daha girişte, solda bulunan küçük stanttan aldığım ev yapımı şeylerden yiyordum. Kahvaltı yapmış olabilirdim ancak benim için yemek hayat felsefesiydi.
''Kalabalık bir liseymiş,'' diye görüşünü bildirdi JungKook. O sırada eline tutuşturulan birkaç el ilanına bakıyordu. Diğer arkadaşlarıma bakınmak için kafamı kaldırdığımda bizim tarafa koşmakta olan birini gördüm.
''Yok artık..'' diye mırıldandım. Haneul üstünde garip -daha çok korkutucu- bir hemşire kıyafeti ile yanımıza koşmaktaydı.
''Selam JiJi, JungKook,'' diye başıyla selamladı bizi yorulmuş bir tavırla.
Onun ismini nereden öğrendin acaba diye içimden geçirdikten sonra ben de selam verdim.
''Bu kostüm nedir?'' dedim elimle kırmızı lekeli kıyafeti gösterirken.
Parlak gülümsemesini bize sunduktan sonra ellerini çırptı. ''Bizim temamız korku evi.''
Gözlerimi devirmemek için uğraşırken tiki olan biri gibi gözlerimin seğirmesine aldırmadan gülümsemeye çalıştım. ''Tabii, kesin uğrarız.''
Haneul yanımızdan ayrıldıktan sonra derin bir nefes aldım ve stant gezmeye devam ettim. JungKook ise itaatkar bir şekilde beni takip etmekteydi. Önüne bak, mankafa gibi şeyler diyecekken yanlışlıkla bir kızın omuzuna çarptım.
''Şey, affedersin,'' dememe kalmadan ağzım açık kaldı. Ancak kelimelerin ağzımdan çıktığına memnundum, yoksa konuşamazdım. Bakın, çevremde oldukça güzel kızlar var, ben de fena sayılmazdım hatta. Ama bu kız.. Cidden iyi parçaydı.
Ve yabancıydı.
Üstünde aslında komik durması gereken ancak onda çok güzel durmuş bir hizmetçi kostümü -maid deniliyordu sanırım- vardı.
''Ah, sorun değil. Benim hatam.'' Aceleyle bunları diyerek yine aynı hızda yoluna devam etti. İç çektim. Bazı insanlar gerçekten şanslı oluyordu.
''Akıcı bir aksanı varmış,'' dedi JungKook kızı izlemeye devam ederken. Birlikte durmuş kızın koşturmasını izliyorduk, farkındayım.
Yabancı kız, turuncuya yakın saçları olan bir erkeğin yanında durup onunla konuşmaya başlayana kadar izledik. Anlaşılan erkekte komik bir şey olacak ki, kız neşeyle gülüyordu.
''Ne tatlı bir çift,'' dedim farkında olmadan.
Bu lafın üzerine JungKook elini omzuma attı. ''Korku evini bir daha düşünsek iyi olur.''
''Bence sen o elini çekmeyi düşünsen iyi olur,'' dedim ama malesef erkek gücüyle baş etmem pek mümkün değildi.
Garip -ve oldukça sıradışı- bir şekilde çarpan kalbimi görmezden gelerek çakma korku evine doğru yürürken hala birlikte kahkaha atan çifti düşünüyordum.
Hayatım oldukça ilginç bir hal almaya başlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bir tutam kurabiye
FanficÖnüme biri sade biri çikolatalı kurabiye konulsa, ben ilk sadeyi yerdim. Çünkü biliyordum ki en sevdiğim sona kalmalı. Böylelikle daha çok haz alabilirdim. İşte başıma gelen de tam böyle bir şey. Sanki sade olan kurabiyeyi yemişim de hayat karşıma ç...