Islandığı pek belli olmayan telefonu elinden kapıp hemen cebime attım.
''Bulduğun iyi oldu, koridorda düşürmüş olmalıyım,'' dedim ve sonra kırdığım pot için kendime küfrettim. Çaktırmamaya çalışmak daha iyiydi.
''Dışarı çıktığını bilmiyordum.''
''Şunu keser misin, dedektifliğe merakın olduğunu bilmiyordum,'' dedim yerimde daha fazla duramayarak. Adımlarımı hızlandıracak iken dediği şey durmamı sağlamıştı.
''Benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun.''
''Öyle mi?'' dedim topuklarımın üstünde dönerken. İşaret parmağımı kaldırıp göğsüne doğrulttum ve tam hakaretleri söylemek için ağzımı açacakken Dae arkamızdan bir yerden, ''Bir sorun mu var?'' dedi.
İkimizin de birden ruh halinin değişmesi, aslında oldukça komikti.
''Yok canım, ne sorunu,'' diye devam eden konuşmamız başarılı bir şekilde manipüle edilip saklanmıştı. Gerekçeler ise akabinde elini hızlıca omzuna atan JungKook ile havada asılı kalan elimin başarılı bir şekilde koluna inmesiydi. İkimiz de boş ampul gülümsememizi Dae ve geri kafalı.. Şey, sevgilisine sunarken ikisi de biraz şaşkın şekilde bize bakmaktaydılar.
Sonra ikisi de bir şey olmamış gibi omuz silkti ve yürümeye devam ettiler. Yaklaşık birkaç saniye daha aynı pozisyonda dikilip gittiklerine emin olduğumuzda elini ittirdim ve sahte gülümsemekten ağrıyan yanaklarımı ovuşturdum. Sanırım aynı şey onun için de geçerliydi.
''Telefonu bulduğumda, başkasının elindeydi,'' dediğini daha etkili yapmak için beni baştan aşağı süzdü, ''bir yabancının.''
''Daha sonra bir şekilde benim telefonum olduğuna ikna edip aldım, gerisini senden dinlemek kalıyor,'' diye devam etti sözlerine.
Neredeyse ellerimi şakaklarıma koyacaktım ama bunu yapmaktan vazgeçtim. Ona ne diyebilirdim ki?
''İçecek almak için koridora çıktığımda görevli aramak için biraz ilerledim,'' duraksayıp omuz silktim, ''yanlış yer, yanlış zaman. Adamdan kaçarken düşürmüş olmalıyım.''
Hala inanmamış gibi bakan gözleri birkaç saniye daha beni süzdükten sonra, sonunda pes edip bakışlarını kaçırdı. Bugünlük zafer bendeydi. Sanırım.
Çoktan uzaklaşmış Dae'lere yetiştiğimizde farklı yönlere gitmek üzereyken durduk. Ona sıkıca sarıldım ve sevgilisiyle de tokalaştık. Ayaküstü muhabbetten sonra burasının evimize ne kadar yakın olduğunu düşünüp sevinirken kanım dondu, ya fark ederlerse-
''Ben seni eve bırakayım,'' diyen JungKook göz kırparken gözlerimi kaçırdım.
Dae dudaklarını kıpırdatıp, çok romantik derken ise çıldırmak üzereydim. Arkalarından el sallayıp caddeye girdik. Hava çoktan kararmıştı ve sokaklarda fazla insan yoktu. Son anda yaptığı bir karar değişikliği ile kolumdan çekiştirip markete girdik. Kasiyer bizi hafifçe başını eğerek karşıladı.
''Biraz atıştırmalık alacağım,'' dedi JungKook, çoktan rafların oraya yönelmişti. Ben de cüzdanımdaki parayı hesaplarken sütlerin olduğu reyona ilerledim. Çilekli süt iyi bir seçenek gibi gelmişti.
Parasını ödedikten sonra dışarıda beklemeye başladım. Ya da, direkt eve mi gitseydim? Kulağa mantıklı geliyordu. Birkaç adım uzaklaşmamla birlikte ''Sevgilini beklemeyecek misin?'' dediğini duymam bir oldu. Bunu duymak daha çok sinirlerimi bozmuştu.
''Haklısın,'' dedim yanıma geldiğinde. Poşeti uzatıp önünde salladım. ''Taşı.''
Şimdi gülmüyordu. Ama yine de dediğimi yapıp poşeti aldı ve eve yürümeye başladık. Kapıdan geçtiğimizde amcam yine uyuyakalmış gibi gözüküyordu, her zamanki gibi. Rutin olan birkaç şeyi tamamlayıp -televizyonu kapa, amcamın üstünü ört- üst kata çıktım ve artık üstüme yapışmış okul üniformamdan kurtulup kendimi duşa attım. Soğuk su bedenimden aşağı kayarken beni düşünmeye itiyordu. Sadece biraz daha dedim kendi kendime. Sonrasından derslerime odaklanacak ve iyi bir üniversiteye gitmek için çabalayacaktım.
Üstüme rahat pijamalarımı geçirip başımı havluyla sardıktan sonra alt katta amcam uyuduğu için, üst kattaki küçük oturma odasına geçtim. Televizyonda bir şey bulabileceğimi umut etmiştim. İçeri girdiğimde, bunu düşünenin bir tek ben olmadığımı anladım.
''Boşuna uğraşma, hiç eğlenceli bir şey yok,'' dedi televizyonu kapatırken JungKook. Tam geri dönüp odama girecekken masanın üstündeki birkaç atıştırmalık fikrimi değiştirdi. Sahi, düzgün bir yemek yememiştim henüz. Soru sorar gibi kaşımı kaldırdım. O da başıyla onayladı.
''Yanlış anlama, hepsini bitiremem diye sana izin veriyorum,'' dedi cipsten bir avuç dolusu alırken.
''Hı hı,'' diyebildim dolu ağzımla. Yan taraftaki Soju şişelerini çıkardığında jelibon yiyordum.
''Ben çok içmeyeceğim, yarın okul var,'' dedim parmaklarımdaki cips kırıntılarından kurtulurken. İkimiz de yerde bağdaş kurmuş oturuyorduk ve etrafımız bir yığın fast-food ile doluydu.
Bana uzattığı az doldurulmuş bardağa uzandım, küçüklüğümden beri çok sevmezdim aslında Soju'yu. Amcam ile doğum günü kutlarken, ya da arkadaşlarımla dışarı çıktığımda içerdi. Yani bir bakıma alışıktım da. Zaten Kore'de yaşıyorsanız, buna alışık olmanız gerekirdi.
''Ee,'' diye devam etti JungKook beceriksiz bir şekilde üstünü silkelerken. Neredeyse güleceğim bir durumdaydı. Sonra kenarda duran ve az önce bitmiş şişeyi aldı ve elinde bir kere çevirdikten sonra aramıza bıraktı. ''Bir oyuna var mısın?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bir tutam kurabiye
FanfictionÖnüme biri sade biri çikolatalı kurabiye konulsa, ben ilk sadeyi yerdim. Çünkü biliyordum ki en sevdiğim sona kalmalı. Böylelikle daha çok haz alabilirdim. İşte başıma gelen de tam böyle bir şey. Sanki sade olan kurabiyeyi yemişim de hayat karşıma ç...