''Bugün hava beklenenden daha kötü olacak anlaşılan, ülkenin kuzeyindeki yağmur bulutları...''
Yataktan sessizce doğruldum. Ayaklarımı sıcak tutmaları için hiç aksatmadan giydiğim ev terliklerimi bugün giymek istemiyordum. Radyonun kısık sesi arka planda gürültü çıkarıyordu, gerçi şu an pek umurumda olan bir şey değildi.
Ayaklarımı sürükleyerek banyoya girdim, yüzümü yıkamalıydım. Aynadaki görüntüme baktım. Anlaşılan dünkü kıyafetlerimle uyuya kalmıştım. Sessiz bir şekilde üstümü değiştirdim, bugün canım kahvaltı yapmak da istemiyordu. Kafamı yana çevirip pencereden dışarı baktım, gerçekten de yağmur bulutları toplanmaya başlamıştı.
#Bıktım artık bu bitmeyen soğuktan
Neden yağmur hep beni buluyor ki?#
Odadaki işim bittikten sonra tahta basamaklardan yavaşça indim ve holün girişinde birkaç saniye durdum. JungKook, açık kapının önünde durmuş, beni bekliyordu. Geldiğimi gördüğünde sessizce yüzünü kaldırdı, anlaşılmaz bir ifadeyle bana bakıyordu. Ama gözlerinin en az benim kadar boş baktığını biliyordum.
''Artık gitmeliyiz, sanırım..'' dedi kafasını gökyüzüne çevirirken. Onun da yağmuru düşündüğünü biliyordum.
#Artık bir şeyler yapma zamanı gelmedi mi?#
Kapının hemen yanında duran şeffaf şemsiyeyi aldım ve birlikte evi terk ettik.
---
Herkes ayrıldıktan sonra bir tek biz kalmıştık. Yağmur, çoktan hafif çiseliyor durumunu geçmişti, kıyafetlerim üstüme yapışmıştı. Saçlarım görüş alanımı kapatırken yerimden ayrılmaya pek de istemiyordum açıkçası, biri sürüklemediği sürece de ayrılacağımı düşünmüyordum.
Birinin elini omzumda hissettiğimde, ne kadar süredir öylece dikildiğimi bilmiyordum. Şeffaf bir şemsiye, küçük yağmur damlalarının bana değmesini engellemişti. Kafamı yukarı kaldırdım. JungKook, onu gördüğümden beri en ciddi ifadesiyle ileriye bakıyordu. Daha önce onu böyle görmüştüm, yanlış anlamayın. Ama onlar içinde ukalalık da bulunduran durumlardı. Ama bu.. Farklıydı.
Kafamı tekrar ileriye çevirdim. ''Gidecek bir yerim kalmadı,'' dedim fısıldayarak. Daha fazlasına gücüm yetmiyordu. Son senemi böyle geçirmek istemiyordum.
''JungJi.''
Kafamı tekrar yukarı kaldırdım. Bu sefer doğrudan gözlerimin içine bakıyordu. Gözleri, duygularını gizleyen korkunç birer kalkan gibiydi. Tek kaşımı kaldırdım.
''Gel,'' dedi sadece. Gel mi? Etrafıma bakındım. Gerçekten de herkes gitmişti. Mezarlıkta sadece biz vardık.
''Affedersin, tam anlayamadım-''
''Benimle gel, demek istiyorum.'' Kafasını öne eğip yüzüme yaklaştırdı. ''Sonuçta, buraya taşınmadan önce yaşadığım bir evim vardı, öyleyse sorun kalmamıştır.''
Gerçekten anlamıyordum. Ağlamamak için dudaklarımı ısırırken görüşüm bulanıklaşıyordu. Amcamı daha yeni kaybetmiştim, kalacak yerim yoktu, yalnızdım.
Titreyen ellerimle yüzümü kapamaya çalıştım, daha önce böyle ağladığımı sanmıyordum. Her ne yaşanırsa yaşansın, hep soğuk kanlılıkla karşılamayı huy edinmiş biriydim. Ancak bazı şeyler vardı ki, benim bile savunma mekanizmamı çökertecek kadar- can yakıcıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bir tutam kurabiye
Hayran KurguÖnüme biri sade biri çikolatalı kurabiye konulsa, ben ilk sadeyi yerdim. Çünkü biliyordum ki en sevdiğim sona kalmalı. Böylelikle daha çok haz alabilirdim. İşte başıma gelen de tam böyle bir şey. Sanki sade olan kurabiyeyi yemişim de hayat karşıma ç...