10. Bölüm

69K 3.8K 441
                                    

GÖKÇEN

Kaşlarımı çatıp kapıdaki kalabalığa baktım. Neden buradaydılar ki? Benimle doğru düzgün konuşmaya tenezzül etmeyen insanların, üstelik aylar sonra, şu an evimde ne işleri vardı? Gözlerim tek tek hepsinin üzerinde gezindi, yüzlerinden hiçbir anlam çıkaramadım. Ama kesin olan bir şey vardı: Bu kadar uzun süre sessiz kalanların bir anda böyle cümbür cemaat gelmesi, işlerin yolunda gitmediğini gösteriyordu. Sinirlerimi kontrol etmek zorundaydım; doktorun verdiği ilaç etkisini yitirmeye başlamış olmalıydı, çünkü kolum gittikçe daha çok ağrıyordu. Her geçen dakika sızı daha derinden vuruyor, sabrımı zorluyordu.

Yorgundum. Hem zihinsel hem de fiziksel olarak tükenmiştim. Tek istediğim bu geceyi evimde huzurla geçirmekti.

"Buyurun," dedi annem şaşkınlıkla. Bu insanlar ne kadar süreliğine burada olacaklardı, bilmiyordum. Ama bildiğim tek şey, şu anda en son ihtiyacım olan şeyin onların varlığı olduğuydu. İnşallah sadece Gül'ü almaya gelmişlerdi.

Annem, Gül'ün ailesini salona buyur ettiğinde yüzündeki şaşkınlığı gizleyemiyordu. Ellerinde büyük bir pastayla gelmişlerdi, bu ani misafirlik için pek uygun olmayan bir hediye. Annem, derin bir nefes alarak misafirperverliğini takındı ve hepsine gülümseyerek koltukları işaret etti.

"Hoş geldiniz, buyurun oturun," dedi, sesi alışık olduğum gibi yumuşak ama hafif şaşkındı.

Abdullah Bey ve Sare Hanım, aynı ölçüde kibar bir şekilde "Hoş bulduk," diyerek oturdular. Gül'ün babası Abdullah Bey bana dönerek, "Gökçen, çok geçmiş olsun kızım," dedi. Sözlerine karşılık vermedim, sadece başımı sallayarak onayladım. Kısacık bir bakış attım, yeterince resmi bir karşılık verdiğimi umarak. Gözlerim istemsizce Poyraz'a kaydı.

Onu en son karargahta görmüştüm. O zaman duruşu her zamanki gibi kendinden emin ve sertti. Şimdi ise yüzündeki yorgunluk belirginleşmiş, gözleri solgun ve çökmüş görünüyordu. Çok kötüydü. Ne olmuştu ona? Gözlerinden evde bir şeylerin ters gittiğini okuyabiliyordum, ama soracak gücüm de cesaretim de yoktu.

Göktuğ, çekingen ama bir o kadar da meraklı bakışlarla beni süzüyordu. Gözleri, annesinin gözlerinin tıpatıp aynısıydı. Fakat ne gariptir ki Sare Hanım’ın soğuk ve mesafeli bakışlarının aksine Göktuğ’un gözlerinde bir sıcaklık vardı. Sessizce, ama dikkatlice izliyordu beni. Yaşı en fazla 25 gibi görünüyordu, yüzünde yumuşak bir ifade vardı, neredeyse çocukça bir masumiyet. Onun gözlerine baktıkça, bu ailede en azından birinin anlayışlı olabileceğini düşündüm.

Yanımda oturan Gül ise ailesine karşı belli belirsiz mesafeli davranıyordu. Sanki onlarla arasında görünmez bir duvar örmüştü. Başını dik tutuyor, göz teması kurmaktan kaçınıyordu. Bütün bunların benim yüzümden olduğunu düşündükçe içimde bir huzursuzluk büyümeye başladı. İnşallah benim yüzümden bir kavga etmemişlerdir, diye geçirdim içimden. Yine de bakışlarımı ailenin diğer üyelerinden ayırmadan, durumu anlamaya çalışıyordum.

Aileye dikkatle bakınca hepsinin gözünün bende olduğunu fark ettim. Poyraz, Göktuğ ve Abdullah Bey'in yüzlerinde derin bir hüzün vardı, sanki hepsi benden özür diler gibi bakıyordu. Yılların ağırlığını taşır gibi bir sessizlik içindeydiler. Öte yandan, Sare Hanım'ın duruşu tamamen farklıydı. Yüzünde bir memnuniyetsizlik ifadesi, bakışları ise sık sık kaçamak hareketlerle evi inceliyordu. Gözlerinden evi beğenmediği belliydi. Sanki zorla getirilmiş gibiydi, buraya ait olmadığını her haliyle hissettiriyordu.

Abdullah Bey, uzun bir sessizliğin ardından, sesini yumuşatarak konuştu: "Gökçen kızım, doğum günün kutlu olsun."

Sözleri havada asılı kaldı. Bu cümle kafamda yankılanırken neredeyse bir yıldır benimle tek kelime etmeyen bu insanların, ne olmuştu da birden evime kadar gelip doğum günümü kutladıklarını sorgulamaya başladım. Ne değişmişti? Onların burada olmasına inanamıyordum. Beni neden şimdi hatırlamışlardı?

 TOPRAK (Düzenlenecek)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin