"Bana biraz zaman verin. Bu yaşadıklarım benim için çok zor. Sizi hemen affedip kucak açamam. Bunun için önce size güvenmem gerekir. Benim birinden bile darbe alacak gücüm artık yok. O yüzden size güvenmeden, sizi affedemem" dedim.
Abdullah Bey’in gözleri kıpkırmızıydı, ifadesi üzüntü doluydu. Duygularını saklamaya çalışmıyor, yüzündeki derin acıyı ve pişmanlığı bana göstermekte bir an bile tereddüt etmiyordu. Konuşmamın ardından buruk bir tebessümle başını eğip hafifçe iç geçirdi.
“Tamam, kızım. Sen nasıl istersen,” dedi yumuşak bir sesle. “Ama şunu da unutma, bana güvenmen için elimden gelen her şeyi yapacağım.”
Gözleri bir an kapıya kaydı, sonra tekrar bana döndü. Onun bu haline, çaresizce kendini ifade etme çabasına direnmeye çalışsam da içimdeki duvarları korumanın zorlaştığını hissediyordum.
“Biz artık kalkalım,” diye devam etti. “Seni sıkboğaz etmek istemiyorum. Ama senden tek ricam... bizim yaptığımızı yapıp bize duvar örme. Zamanla güvenini kazanacağımızdan eminim. Sadece bunu istiyorum.”
Yavaşça adımlarını attı ve yanıma kadar geldi. Elini saçlarıma uzatırken istemsizce gerildim; bedenim onun dokunuşuna hazır değildi. Parmağının ucuyla saçlarıma hafifçe dokundu, sonra hızla elini çekip kapıya yöneldi. Yavaşça odadan çıktı, geride koca bir sessizlik bırakarak.
Orada, uzun bir süre olduğu gibi kalakaldım.
Salona geçtiğimde Abdullah Bey ve timin çoktan gitmiş olduğunu fark ettim. Dedemler de kalkmak üzere ayaklanmışlardı. İçeride olduğum süre boyunca onlarla ilgilenememiş olmak biraz içime oturdu. Hemen yanlarına gidip ikisine de sarıldım.
“Kusura bakmayın dede, sizinle ilgilenemedim,” dedim mahcup bir ifadeyle.
Dedem, sarılmama gülerek karşılık verdi ve iki parmağı arasına burnumu sıkıştırarak şefkatle konuşmaya başladı.
“Sen benim torunum değil misin? Ne kusuru kızım, biz misafir miyiz yoksa?”
Dedemin bu tatlı cevabına gülümsedim ve ona tekrar sarıldım. Maşallah, dedem 1.90 boyuyla dimdik duruyordu, hâlâ genç delikanlılar gibi güçlüydü. Ona sımsıkı sarıldıktan sonra, sıra anneanneme geldi. Onun da ellerine sarılıp içten bir kucaklaşma sonrası ikisini yolcu ettim.
Dedemleri uğurladıktan sonra annemin mutfağa geçtiğini fark ettim. Hüseyin babam, o an tavla oynamak istediğini belli eden bakışlarla gözlerini bana dikti.
“Hadi bakalım kızım, getir şu tavlayı!” dedi gülümseyerek.
Tavlayı getirip karşısına oturdum ve oynamaya başladık. Her zamanki gibi Hüseyin babam beni birkaç hamlede alt etmeyi başardı. Gözlerinde zaferin parıltısı vardı.
“Çırak ustayı ne zaman geçecek kızım acaba?” diyerek kahkahalar attı. Ben de ona gözlerimi devirerek karşılık verdim. Ne yapsam da şu oyunda bir türlü yenemediğim tek kişi Hüseyin babamdı.
Hüseyin babam gitmek üzere ayağa kalkıp bana döndü, gülümseyerek, “Artık kalkma vakti geldi kızım. Her şey için teşekkür ederim,” dedi ve kapıya doğru ilerledi. Ayakkabılarını giyerken anneme döndü.
“Özgü Hanım, davetiniz için teşekkür ederim. Her şey çok güzeldi. Sayenizde uzun zamandır ilk kez ev yemeği yedim.”
Annem, bu iltifat üzerine kibarca kıkırdadı. Aman Allah’ım, o ses annemden mi çıkmıştı? Benim fütursuz, dobra annem, şu an sanki utangaç bir genç kız gibi kırıtıyordu. İçimden "Tövbe bismillah" diyerek Hüseyin babamı uğurladık. O gider gitmez, annem az önceki kibarlığından sıyrılıp salona yürüdü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOPRAK (Düzenlenecek)
ActionÜsteğmen GÖKÇEN TOPRAK, Çok zor şartlara karşı vermiş olduğu mücadelede hayatı yenmiş bir kadın... Bu buruk kadının aile sıcaklığını bulma yolunda karşısına çıkan; ihanet, yalanlar, bedeller ve sırlar ile mutluluk, eğlence ve aşk'ı bulma hikayesine...