KUZEY ( 5 Saat Önce)
Saat gece 3'ü gösteriyordu. Gelen acil çağrı ile gözümü kırpmadan yola koyulmuştum. Karargaha nasıl geldiğimi bile hatırlamıyorum; tek düşündüğüm, operasyona çıkan Gökçen’in sağ salim dönmesiydi.
Karargahın önüne vardığımda kapının açılmasını beklemeye başladım. İçimde sabırsızlığın ateşi harlanırken kapıdaki askerler yan yana dizilip tekmil verdiler, ardından hızla telefonla görüşmeye başladılar. Her saniye daha da geriliyordum; beklemem gerekiyordu ama içim içime sığmıyordu. Aklımda tek bir şey vardı, Gökçen’i görmek. Zaman öylesine ağır ilerliyordu ki, sabrımın sınırları zorlanıyordu.
Nihayet kapı açıldı. Direksiyona sımsıkı yapışmış ellerimi bırakarak aracı hızla içeri sürdüm ve en yakın yere park ettim. Arabadan iner inmez bana doğru yaklaşan dört askeri fark ettim. Adımlarını hızlandırmış, kaşları çatık bir halde bana doğru geliyorlardı. Ben de gözlerimi onlardan ayırmadan yürümeye başladım, her adımımda onların da daha sert ve kararlı adımlarla bana yaklaştığını hissediyordum. Aramızdaki mesafe azaldıkça, onlara olan öfkem ve sabırsızlığım da artıyordu.
"Askerlerden biri, ‘Efendim, Albay’ın emriyle tutuklusunuz,’ dedi.
Bir an ne dediğini anlamadım; öfkemin yerini, kısa bir şaşkınlık aldı. Kaşlarımı iyice çatarak bunun nasıl bir şaka olduğunu düşünmeye başladım.
‘Ne saçmalıyorsun sen, asker?’ diye çıkıştım. Sözlerim sertti, ama sesimdeki öfke durumu değiştirmedi. Diğer asker, hiçbir tepki vermeden elindeki kelepçeleri uzattı ve gözlerimin içine bakarak beklemeye başladı. Gözlerim, onun ciddiyetini kavradığında içimdeki gerilim daha da büyüdü. Şimdi sorular, öfkeden daha ağır basıyordu. Bu neyin nesiydi? Gökçen için endişelenirken kendimi tutuklanır halde bulmam, kabullenebileceğim bir şey değildi."
Asker, “Zorluk çıkartmayın. Albayın emri,” diyerek yeniden konuşunca, sabrımın son damlası da tükenmişti. Öfke ve şaşkınlık içinde bakışlarımı onların arkasından yaklaşan Albaya çevirdim. Hızlı adımlarla bana doğru geliyordu, yüzünde ciddi bir ifade vardı. Tam o sırada karargaha Poyraz’ın arabası girdi; o da hızla park edip yanımıza gelmek için aracından indi.
Sıkıntılı bir sesle, “Komutanım, bu askerler ne saçmalıyor? Ne demek bu?” diye sordum. Poyraz’ın da yanımıza gelmesiyle Albay derin bir nefes aldı ve durumu açıklamaya başladı.
"Albay, yüzündeki o sert ifadeyle bana dönerek, “Binbaşı Kuzey Atasoy, vatana ihanet suçuyla sorgulanacaksın. Ellerini uzat,” dedi.
Sözleri soğuk bir bıçak gibi içime saplandı. O anda kanım dondu, kalbimse inanılmaz bir hızla çarpmaya başladı. Söylediği şeyin ağırlığını idrak etmeye çalışırken Poyraz hızla araya girdi.
“Bir yanlışlık var, komutanım! Kuzey asla vatanına ihanet etmez, ben ona kefilim!” dedi, sesi hem öfkeyle hem de kararlılıkla doluydu. Fakat Albay, sert bakışlarını ona yöneltti, gözlerinde tek bir tereddüt kırıntısı dahi yoktu.
Albay, Poyraz’a daha da sert bir tonda karşılık verdi: “Bu konunun kefaleti olmaz, Yüzbaşı. Emri yerine getirin. Sen de yargılanmak istemiyorsan daha fazla konuşma asker. Binbaşı için deliller var. Aklanana kadar göz altında kalacak. Uzat elini!" Dediğinde Sessizce ellerimi uzattım ve askerler kelepçeleri bileklerime taktılar. Soğuk metalin derime değdiği o an, sanki tüm dünyam başıma yıkıldı. Bu, hayatımın en berbat ânıydı; haksız yere suçlanmanın ve Gökçen’i görememenin yükü omuzlarıma çökmüştü.
Derin bir nefes aldım, etrafıma bakarak onu aradım, o her zaman güvendiğim, sakinliğini koruyan gözleri görmek istedim. Ama Gökçen hiçbir yerde yoktu. İçimde giderek büyüyen korku ve endişe, ona ulaşamamanın verdiği çaresizlikle katlanarak artıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOPRAK (Düzenlenecek)
ActionÜsteğmen GÖKÇEN TOPRAK, Çok zor şartlara karşı vermiş olduğu mücadelede hayatı yenmiş bir kadın... Bu buruk kadının aile sıcaklığını bulma yolunda karşısına çıkan; ihanet, yalanlar, bedeller ve sırlar ile mutluluk, eğlence ve aşk'ı bulma hikayesine...