33. Bölüm

45.8K 3.2K 209
                                    

Gözlerimi açtığımda keskin bir beyazlık beni karşıladı. Tavanın florasan lambası, soğuk bir ışıkla odanın her köşesine yayılmıştı. Ağır başımı hafifçe çevirerek etrafıma bakındım. Annem, Abdullah Bey, Gül, Göktuğ, dedem ve anneannem… Hepsi odadaydılar, hepsi sessizdi. Üzgün ve endişeli yüzleri, sanki bir şey söylemek ister gibi ama kelimelerle boğuşuyormuşçasına donmuştu.

Boğazım kuruydu, ama yine de konuşmaya çalıştım. Sesim zar zor çıkıyordu. "Görkem'e ne yaptılar? Tuba nerede? Bana acil çağırın onu..." Sözlerim odadaki sessizliği bıçak gibi kesti. Yattığım yerden doğrulmaya çalıştım ama karnımdaki keskin bandajların varlığını hissettiğim anda hareketim yarıda kaldı.

Abdullah Bey hızla yerinden fırladı, sert ama bir o kadar nazik bir şekilde sırtıma dokunarak beni yeniden yatağa yatırmaya çalıştı. "Sakın hareket etme," dedi alçak ama kararlı bir sesle. Gözlerinde hem otoriter bir ışık hem de şefkatli bir gölge vardı.

Bedenim, ağır bir yükle kaplanmış gibiydi. Kafam, yüzüm, ellerim, hatta parmak uçlarım bile sanki ödemle şişmişti. Koluma bağlı seruma gözüm takıldı. Sanırım ağrı kesici verilmişti, çünkü hissettiğim fiziksel acı hafifti. Ama içimdeki karmaşa, duyduğum endişe, hiçbir ilaçla dindirilemeyecek kadar büyüktü.

Bir kez daha konuşmaya çalıştım, sesim bu kez biraz daha güçlüydü. "Ne oldu? Görkem nerede?" Gözlerim, odadaki herkesi tek tek taradı.

"Yat kızım, kalkma. Biz de bir şey bilmiyoruz. İyisin değil mi?" Abdullah Bey'in sesi yumuşak, ama içinde derin bir hüzün saklıydı. Gözleri, yaşadığı korkunun izlerini taşıyordu. Bakışları sargıda olan ellerimdeydi. Bileklerime kadar sargı içindeydim. Tüm ilgisi, tüm dikkati üzerimdeydi. O an fark ettim ki, odadaki herkes aynı şekilde bana odaklanmıştı. Hepsinin gözlerinde aynı kaygı, aynı tedirginlik vardı.

Derin bir nefes aldım ve sakin görünmeye çalıştım. "İyiyim," dedim, sesime kararlılık katmaya çalışarak. "Bundan daha kötülerini atlattım. Benim için endişelenmeyin."

Anneme döndüm, bir an göz göze geldik. "Anne, lütfen bana hemen Tuba'yı çağır," dedim, sesimdeki ısrarı gizleyemeden.

Dedem, annemden hızlı davranarak cebinden telefonunu çıkardı. Parmaklarıyla numarayı çevirdi ve odada bir anda derin bir sessizlik oluştu. Gözlerimi dedemden ayırmadan izliyordum; dudakları bir süre kıpırdamadı, yüzü ifadesizdi. Sonunda aradığı kişi telefonu açtı ve dedem konuşmaya başladı.

Dedem telefonun diğer ucundaki kişiye seslendi. "Alo, Hüseyin. Gökçen uyandı ve Tuba'yı istiyor." Sesi sakin ama otoriterdi. Kısa bir sessizlik oldu, dedemin kaşları çatıldı. "Torunum acil istiyor Hüseyin, başlarım işine şimdi..." Sert çıkışı odada bir anlık gerilim yarattı. Derin bir nefes aldı ve tekrar konuştu. "Ne? Heyet mi? Tamam, tamam, siz halledin."

Telefonu kapattıktan sonra bana döndü, yüzünde karışık bir ifade vardı. Tek kaşını kaldırarak, bir anlamda dikkatimi çekmeye çalışıyormuş gibi konuştu. "Poyraz gelecek. Tuba, Ankara'dan gelen yüksek kuruldaki heyetle görüşüyormuş."

Ankara'dan heyet ciddi durumlarda gelirdi ve ortada çok ciddi bir durum vardı. Tüm timler büyük ihtimal sıkı bir sorguya girecekti tek tek.

"Benim buradan çıkmam lazım, iyiyim. Göktuğ, Poyraz'ı arayıp telefonu bana verir misin?" Dedim. O sırada dedemde albay Hüseyin'le birkaç bir şey daha konuşup kapattı.

Annem, yatakta doğrulmaya çalıştığımı görünce endişeyle yaklaştı. "Dinlen artık, kızım. Uğraşma bu kadar, bak perişan olmuşsun. Hâlâ bir şeylerle uğraşıyorsun. Yat ve dinlen," dedi yumuşak ama ısrarcı bir sesle. Onu duyuyordum ama söylediklerine odaklanamıyordum. Gözlerim, köşede telefonuyla uğraşan Göktuğ’a takıldı.

 TOPRAK (Düzenlenecek)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin