Marcus arkasından gelen askerlere baktı, saatlerdir ormanda geziniyorlardı. Hiçbir şey bulamamışlardı ve askerler çok yorulmuştu. Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Aylardır gezmediği, bakmadığı, görmediği bir yer kalmamıştı. Yorgundu. Kendisinin yorgun olmasını umursamıyordu fakat askerleri böyle yorgun gördükçe canı sıkılıyordu. Kimse ne aradığını bilmeden dolaşıyor, sadece emirleri uyguluyordu. Şüpheli bir durumla karşılaştığını düşünen askerler Marcus'a haber veriyordu.
Belki askerlerin binlerce kez şüpheli olduğunu düşündüğü durumlara, kişilere bakmıştı Marcus. Hepsi de sadece basit birer insan ya da abartılan bir durumdu. Askerlere de kızamazdı çünkü onlar da ne aradığını bilmeden dolaşıyordu. Her şeyden şüphe ediyorlardı. Tek bir hata, büyük bir bedel demekti o yüzden herkes diken üstündeydi. Marcus askerlerin kafayı yemelerinden korkuyordu. Eğer kendisi özel olarak seçmeseydi askerleri, belki çoktan korktuğu başına gelirdi. Askerleri, kendi seçmiş kendisi yetiştirmişti.
Marcus'un özel askerleriydi. Güvendiği ve ona asla ihanet etmeyecek kişilerdi. Askerlerinin hepsi birbiri için ölmeye hazırdı. Bir aile gibiydi Marcus'un gözünde. Asıl üzüldüğü konu da buydu. Ailesi olarak gördüğü askerlere işkence ediyordu. Kendisinin bu yaptığı işkenceden farksızdı. Ama askerlerin böyle düşünmediğine emindi. Daha bu işe girmeden önce ölmeye hazırladığını söylemişti tüm askerlerine. Onlar bilerek ve isteyerek savaşıyorlardı. Hiçbirinin ağzından tek bir şikayet duymamış bu konuda aksine yorgunluktan ölseler dahi pes etmeden emirlere uymuşlardı.
Tebessüm etti Marcus. Amaçları için doğru kişileri seçtiği için ve onlarla bu yolda yürüdüğü için mutluydu. Bir kez daha gurur duydu askerleriyle. Gerçi hepsinin bu kadar sadık olmasının sebebi sadece askerlerin karakterleri ve kendisi değildi. Kendisinin bizzat hizmet ettiği o adamdı. O adamın gölgesinde ölmeyi yeğlerdi. Bu düşünceyle yola çıkmıştı ve şimdi aynı düşünceyi paylaşan insanlarla beraber devam ediyordu. O adamın zekası, merhameti, fikirleri, anlayışı etkilemişti herkesi. Sessiz ama sinsi, sert ama merhametli bir adamdı. Kendi kendine düşüncelere dalmıştı Marcus. Yorgunluk onu düşüncelerine hapsetmişti. "Lord Marcus!" gözlerini açtı sesle.
Karşısındaki askere baktı. Uykusuzluktan göz altı morarmış askerine. Gözlerindeki o yorgunluğun altında bile pes etmemek için direnen, uyumamaya çalışan, sorgulamayan ve kendini çığlıklarıyla uyanık tutmaya çalışan askere baktı. O adamı düşündü tekrardan. Bu askerin bu halde bile pes etmemesini sağlayan o adamı. Bunca askeri anlayan, onların yaşamaları için bir amaç veren o adamı hatırladı. Dudağı alaycı bir şekilde yukarıya kıvrıldı. Hayran olduğu o adamı düşünmeden edemiyordu. Kendini toparlamalıydı. Derin bir nefes aldı.
Askere döndü. "Bir sorun mu var?" sessinin net ve gür çıkmasına özen göstermişti Marcus. Sonuçta o bir komutandı. "Efendim, ormanın iç taraflarında bir kulübe buldum." yine saçma bir şüphe diye düşündü Marcus. "Asker, burada enteresan olan ne?"
"Efendim, kulübenin içinde bir kafes var." Marcus anlamamakta ısrar ediyordu. Ormanda çokça kulübe olurdu. Avlanmak için avcılar sürekli bir yerlere tek odalı bir kulübe yapardı. Eğer hayvanı canlı tutmak istiyorlarsa da tek odalı kulübenin içine küçük bir kafes koyarlardı. Bu gayet normaldi. Şüphelenmesi gereken bir durum söz konusu değildi. "Asker, böyle her şüphenizi, altında bir neden olmadan söylemeyin demedim mi size? Neden böyle boş işlerle uğraşıyorsun? Kendi topraklarımızda bile değiliz ve yaptığımız bir suç. Bir an önce ayrılmamız gerekiyor. Avcıların kulübesini haber vermek de ne oluyor!" sinirlenmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EJDERHA CADISI
FantasyYüzlerce yıl önce ejderhaların kraliçesi DRAKEN insanoğlunun masumiyetini korumak için yemin etti . Bunun için koruyucuları yarattı. İnsanoğlunu koruyacak ejderhaları... İnsanoğlu ise kendine bağlı ejderhaların kraliçesinin yeminini kana buladı. D...