Tuna'nın anlatımındanBabamın vefatının üzerinden geçen 4 yıllık süreç beni çok değiştirmişti. Gerçi çocuktum o zamanlar illaki değişecektim ama belki de bu şekilde olmayacaktı. Belki de şu an olduğum kişiden çok daha farklı olacaktım bilemiyorum. Bilemeyeceğim de
2 yıl boyunca mücadele vermişti bu hastalıkta güçlü adam. Koskoca 2 yıl... Normal biri için hızlı, bizim için her dakikası asra bedel o 2 yıllık süreç. Her geçen sürecin babamın gücünden haksız kazanç elde ettiği bize de faiziyle ödettiği zamanlar. Ve annemin tek dayanağı olan abim ve benim üstüme düşen büyük sorumluluğun altından ter döke döke kalkmaya çalıştığımız o karanlık günler ne zaman aklıma gelse içim ürperiyordu adeta. Bir çocuğun büyüyebileceği en hızlı şekilde büyümüştüm. Yaşımdan büyük olmak yakama yapışmış bir etiketti. Beni anlamayan biri bunu övgü olarak ele alacakken ben sadece yarama tuz basma olarak görüyordum.
İlk zamanlar umutla baktığımız yoğun bakım kapısını son zamanlarda kızarmış ve bitkin gözlerle seyreder olmuştuk. Doktorlardan beşi onu gözümüzün önünden öylece geçerken ezberlediğim replikleri işitmek dejavudan ibaret olmuştu artık. dinlemiyorduk bile onları. Hatta cümlelerini tamamlıyorduk. İçeride kalkanı düşmüş bir savaşçı vardı ve biz sadece bu savaşı seyredebiliyorduk. Düştüğüm çaresizlik duygusu hiçbir duygu kadar derinlere işlememişti. Tebessümün kelime anlamını dahi unuttuğumuz günler her ne kadar şu an geride kalmış gibi dursa da her birimizin içinde kuruttuğu bu toprak tek bir anı ile tekrar hatırlatıyordu kendini.
İşte o üstüme yapıştığını söylediğim etiketin oluşma süreci abimi ve annemi ayağa kaldırma görevini üstlendiğim gün olmuştu artık. Ben bir çocuğum ve çocuklar evin neşesidir düşüncesiyle çıktığım bu yol hayat çizgim boyunca benimle gelmişti. Her zaman herkes için ayağa kaldıran rolü üstlenmek zorunda hisseder olmuştum kendimi. Artık o çocuk tunadan eser kalmamıştı. Kalması için imkan bırakmamıştım çünkü. Bu ailenin yaslandığı o büyük çınar artık bendim. Bacak kadar boyumla bu yükü hissetmiştim o zamanlar. Artık küçük tuna hastane köşesine kazınmıştı. Sırtımdaki bu sorumluluğu babamın bana emanet ettiği bir görev gibi görmüştüm. İşte bu karakterinin oluşma şeklinin temeli böyle atılmıştı. Sıra hiçbir zaman benim dertlerime gelmeyecekti. Ve ben artık sadece bu ailenin değil hayatımdan gelip geçmiş herkesin dayanağı olmuştum. Bu benim isteğimle mi oldu tam cevap veremiyorum. Muhtemelen de veremeyeceğim. Çünkü bu kararın kendimi bildiğim gün almıştım.
En son ne zaman ağladığımı hatırlamıyorum bile. Artık tuna karakteri ağlama duygusundan yoksun bir karaktere bürünmüştü çünkü. Ne zaman ağlamak istesem tek hissettiğim burun kemiğinde oluşan o ince sızıydı. Göz pınarlarım ise kurak... Ben Tuna, ağlamayı unutan çocuk olarak devam ediyordum artık. Ve diğer birçok duygudan yoksun. Ben sevmeyi biliyordum koşulsuz sevmek derin üzüntü ve güç başka bilgim yoktu bu hayata karşı. Hoş bahsettiğim güçte ağlamak, kızgınlık gibi duygularıma karşı savaşıyordu. Bilmemek bir kayıp değildi yani. Bilmem, belki de kayıptı.
İşte bu duyguların hayatımdan böylece çıkıo gittiği ve artık adını bile anmadığım o günlerde barış ve annesi ile tanışmıştım. Şimdi sıra bu çocuğa destek olmakta diye düşünerek himayem altına almıştım. Bu çökmüş yiğidi ayağa kaldırmak vazifemdi artık. Hayatımda ilk defa biri için kendi isteğim ve irademle destekçisi olacaktım. Evet, ben istemiştim ona destek olmayı. Ve zaten o günden sonra herkese kendi isteğimle çınar olmuştum. Belki bir babam yoktu ama ben herkesin babası olmuştum. Benim babam ardına beni bırakmıştı. İşte barış ile tanıştıktan sonra bunu idrak edebilmiştim.
Bu çocuk benim hiç yaşamadığım duyguları öylesine derin yaşıyordu ki ona adeta imreniyorum. Çareziliğin ve acının birleşiminin ona bahşettiği inanılmaz güç ile beni ittirdiği gün bunu anlamıştım. Çünkü hiçbir sebep yokken beni yere kazıyacak kadar ittirmesinin başka bir açıklaması olamazdı. Hiç bilmediğim duygularla beni tanıştıran bu çocuğa destek olmayı her geçen gün daha çok görev bilmiştim artık. Ben babam için yapamadığım her şeyi annesi için yaparak babama olan mahcubiyetimi gidermiştim.
Son kez yoğun bakım kapısı açıldığında doktorun yüzüne bile bakmamıştım. İşittiğim boğuk sesi beklediğim şeyler söylüyordu. Beni o boğuk sesten çıkaran sey ise annemin acı çığlığıydı. Titreyen bedeni, iştahsızlıktan verdiği kilolar, yorgun sesi adeta kulaklarımda yuva kurmuştu o günden beri.
Yanımda bulunan abime baktığımda sadece sessiz ve sıcak gözyaşları döken koca bir adam görmüştüm. İşte orada bütün yükü sırtlanmıştım. O gün dayanak olduğum annem ve abim hala beni dayanak olarak görüyordu. Onur duyarım
Bu kadar erken yaşta babamın hayatımdan çıkmış olması ve onunla geçiremediğim zamanlar içimde büyük bir boşluk uyandırmıştı. Bu hissi azıcık olsun gidermek için bir yol üretmiştim sonra kendime. Artık ne yaparsam yapayım babam bunu görse ne düşünür demeye başlamıştım. Karne aldığım zaman, basketbol kulübüne kabul edildiğimde, okul birincisi olduğumda... Ve bu artık sadece böyle olaylar olduğunda düşündüğüm şeyler değil, şunu desem babam ne düşünür gibi bir vaziyet almaya başlamıştı. Bunu yapmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Sonrasında ise bu sadece babamla sınırlı kalmamaya başlamıştı. Kimle olursa olsun en ufak bir konuşmada bile acaba şu an ne düşünüyor diye düşünür olmuştum. Kimi zaman mimiklerini kimi zaman beden dilini okuya okuya adeta zihin okur vaziyete gelmiştim artık. Benden kimse saklayamıyordu ne hissettiğini, ne düşündüğünü. Çünkü buna o kadar alışmıştım ki ekstra çaba sarf etmeden zaten anlıyordum. Ama ilk defa birini ne beden dili ne de mimikleri olmadan anlayabilir olmuştum. Kalbimin yanında ağzımda atmasına neden olabilen bu kişiyi tam anlamıyla konuşmadan da duyabiliyordum.
" tuna! " olduğum yerde sıçramamla başak da ürkmüştü " hı? " şefkatle gülümsedi " iyi misin? Bugün çok dalgın gözüküyorsun " elimi enseme attım, haklıydı ama ben tunaydım sıra bana gelmeyecekti. Yüzümden eksik etmediğim tebessümü büyüttüm " tabii iyiyim öyle daldım sadece. " biraz bekledikten sonra "Sence en güzel çiçek hangisi? " diye sormamla kafasının karıştığı her halinden belliydi ' nereden geldi aklına?'
" nereden geldi aklına? " tam da düşündüğüm gibi " öyle düştü aklıma birden. söyle bakalım güzelim sence hangi çiçek senin güzelin? " hafif kızaran yanakları beni kendisine tekrar aşık ederken sorumu cevapladı " her çiçek çok güzel ama bence menekşe. Çünkü kokusu yoktur o çiçeğin. Eğer gerçekten seviyorsan onun kokusunu alabilirsin bence. Bu yüzden bu çiçeğe yüklediğim bir anlam var"
Okul çıkışında Başak' a müsait olmadığımı yarın bunu telafi edeceğimi söyleyip yanından ayrılmıştım. Sıra çiçekçiye gitmektedydi.
Tarih 28 mayıs ölüm yıldönümü...
Bir saksı menekşe
Bir adet mezar
Sızlayan burun direği
Kurumuş göz pınarı
Kurumuş toprağın yeşermesi..." nasılsın güçlü adam? "
Yalandan acı dolu tebessüm
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARMAŞIK | texting
Short StoryBilinmeyen numara: Lan! Bir dakika, bir dakika Bilinmeyen numara: NE? YANİ, SEN BANA MESAJ ATIYORSUN ! Bilinmeyen numara: Bir dakika ver beş dakika ölüp geliyorum. Soran olursa aşkından kendini bilmem nerelere attı dersin... Bilinmeyen numara çev...