İstanbul'a dönmüştük. Sera numaramı almıştı ve sık sık beni rahatsız edeceğini söylemişti. Bir arkadaş kazanmış olmak güzeldi.
Tesise geçtiğimizde Okan hocam bizi gülümseyerek karşıladı. "Ooo gençler, iyi eğlendiniz mi?" Gülümseyerek kafamızı sallamıştık biz de ona karşılık olarak.
Uzun bir idmanın ardından yere yatmış Kerem ve Abdülkerim'e gülümsedim. Kerem perti çıkmış gibiydi. Onları çeken Halil'e gülerek bağırdı.
"Çekme!"
Onların bu hâline kahkaha attığımda Barış yanıma gelip kulağıma şahane bir plan fısıldadı.
"Hasta olmasınlar?"
"Hava çok sıcak bugün Efsa." Kasımda olmamıza rağmen ara ara gelen bu yaz sıcakları dengemizi şaşırıyordu.
Barış'ın getirdiği kovaya gülümsedim.
Yerde yatan birçok oyuncuya baktım.
"Bir... İki... Üç!"
Su balonlarını ardı ardına Keremlere fırlattığımızda ne olduğunu anlamamışlardı.
Yunus'u tam on ikiden vurduğumda şaşkınlıkla bakıyordu.
Su balonları bittiğinde fazlasıyla gülmüştük. Yunus, Halil'in kulağına bir şeyler fısıldamıştı.
Halil kafasını sallayıp uzaklaştığında neler döndüğünü anlamaya çalışıyordum.
Gülümseyerek yanıma gelen Kerem, Yunus ve Zaniolo üçlüsü beni geriyordu.
Halil'in de kapıda görünmesiyle kafamı iki yana salladım. Kaçmak isterken belimden tutan Zaniolo ve bacaklarımdan tutan Yunusla aniden bedenim havalanmıştı.
Koşarak beni soyunma odasındaki -nereden bulduklarını bilmediğim - Şişme havuzun içine attıklarında buz gibi suyla buluşan bedenimle donduğumu hissettim.
"Bir dahakine Barış su balonları konusunda insanları bilgilendirirken dikkatli olmalı." Barış'a baktığımda gülerek bana bakıyordu.
Ben de dayanamayarak gülmüştüm.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Çaldığım zille karşımda duran anneme baktım. Şaşkınlığı yüzünden okunuyordu çünkü bu eve bu evden çıktıktan sonra bir kez daha gelmemiştim.
"Hoşgeldin?" Göreceğiz bakalım hoş mu gelmişim.
İçeriye girdiğimde babam her zamanki koltuğunda uzatmıştı ayaklarını televizyona bakıyordu.
Beni gördüğünde kaşları çatılmıştı.
Koltuklardan birine oturduğumda bakışlarım ikisi arasında gidip geliyordu.
"Konuşmamız gerek."
"Neyi konuşacağız?" Babam soğuk bir ses tonuyla konuştuğunda derin bir nefes aldım.
"Neden bana bu denli kötü davrandınız?"
Sorduğum soruya hayret etmişlerdi. Ben bu zamana kadar onlara saygısızlık etmemiş ya da onları sorgulamamıştım.
"Anlatın."
"Ne saçmalıyorsun sen?"
"Neden beni çocuğunuz gibi benimsemediniz baba! Anlat. Neden 16 yaşındaki kız çocuğunu evlendirmeye çalıştınız. Neden o kız çocuğunun oyuncaklarını elinden alıp çocukluğunu erken yaşta bitirdiniz. Neden henüz 12 yaşındaki kız çocuğunun çalışmasına izin verdiniz. Neden hayallerine destek çıkmadınız anlatın, anlatmak zorundasınız."
Bu ani çıkışıma şaşırmışlardı.
"Çünkü annen senin yüzünden ölebilirdi." Babamın söylediği şeyle güldüm.
"Benim yüzümden ölecekti ancak ölmedi. Neden bir şey yaşanmamışken acısını benden çıkarıyorsunuz?"
"Hele sen? Sen benden doğmadan önce vazgeçmedin. Neden doğduktan sonra nefret ettin anlat ya!" Konuştuklarıma verecek tek bir cevapları yoktu.
"Sizin yüzünüzden çalışmak zorunda kaldım."
"Çalıştığım yerlerde ne gibi durumlar yaşadım, haberiniz var mı ya sizin?"
"Taciz edildim ya ben! 12 yaşındaydım!" Söylediklerimle tek bir duygu belirtisi yoktu babamın yüzünde.
"Senden nefret ediyorum." Bakışlarımı anneme çevirdim.
"Senden de."
Kapıyı çarptığımda artık düzelebileceklerine olan inancım gitmişti.
0537 *** ** ** arıyor...
"Efendim?" Sesim hafif titrek çıkmıştı.
"Akgün... İyi misin?" Mert Hakan'ın sesini duymamla gözlerim dolmuştu.
"İyiyim." Sesimi düzgün çıkarmaya çalışmıştım ancak ne kadar başarılı olabilmiştim tartışılır.
"Neredesin?"
"Ne yapacaksın?"
"Akgün, Neredesin?"
"Küçükçekmece'deyim, AVM var bir tane, Sefaköy'de. Kadıköy'e geçeceğim."
"Kal orada, geliyorum beş dakikaya."
Birkaç dakika sonra çalan korna sesiyle kafamı kaldırdığımda Mert Hakan'ı görmeyi beklemiyordum, hem de bu kadar kısa sürede.
Arabasına bindiğimde bakışları üzerimdeydi.
Müsait bir yere gidinceye kadar konuşmamıştık.
Florya Sahile geldiğimizde derin bir nefes alarak arabadan indim. Yeterince magazine konu olmuştuk.
Bizi göremeyecekleri tek yer Keremle birlikte konuşmak için herkesten gizli gittiğimiz yerdi.
Ne yaptığımı biliyormuşçasına arkamdan ilerliyordu.
Geldiğimiz yerde kayalıklardan birine oturdum ve o da yanıma oturmuştu.
Biz ne ara bu duruma gelmiştik?
Bu adam en son benden nefret ediyordu.
İnsanlık yapıyordu, herkes yapar mıydı? Belki.
"Ağlıyordun, iyi misin?" Söylediği şeyle kafamı salladım.
"Ağlamıyordum ben sadece..."
"Bana yalan söyleme Akgün, ağlamak güçsüzlük değildir. Ağlamak istiyorsan ağla, deli gibi hem de. Seni bu yüzden yargılamam."
"Bana Akgün demesen, olur mu?"
O soyadını taşımak istemiyordum.
"Anlatmak ister misin yoksa susmak istersen de susabiliriz." Düşünceliydi. Bunu fark ettirmişti.
"Ailem, keşke olmasalardı." Bu söylediğim şeyle şaşkınlıkla bakıyordu bana.
"Çok küçük yaşlarda çalışmaya başladım ve henüz reşit olmadan evlendirme başlığı altında beni satmaya çalıştılar. Hiçbir zaman çocuklarıymışım gibi sevmediler ve bunun tek sebebinin doğmadan önce doğmam sonucunda annemin ölebilme riskiymiş." Kısaca özet geçtiğimde bakışları farklıydı.
Benden nefret ediyor gibi değildi.
"Düşünsene küçücük bir kız çocuğu, iş yerinde sayısız kez..." Duraksadım.
Bunu anlatmak istememiştim.
Gözlerim dolduğunda belime sarılan bir kol hissettim.
Mert Hakan şu an her şeye rağmen bana sarılıyordu.
Sanki aramızda hiç kötü bir şey yaşanmamış gibi.
Onun bu hareketiyle gözlerimdeki yaşlar serbest kalmıştı artık. O gece ilk defa birinin yanında uzun bir süre ağlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Redamancy || Mert Hakan Yandaş
Fanfiction"Senden nefret ediyorum aptal." Söylediğim şeyle kafasını salladı iki yana. "Hayır, benden nefret etmiyorsun." Bu söylediğiyle yumruklarımı sıktım. "Hayır, senden nefret ediyorum Yandaş." "Nefret ettiğin birinin dudaklarına bu kadar hasret kalırmış...