13/Sabahın İlk Işıkları

99 13 0
                                    

Akşama kadar ayrıntıları konuşmuştuk Ekin Başkomiser'le. Saat geç olunca da evime o bırakmıştı beni. "Çay içelim mi?" dedim arabadan inerken, "Zahmet vermeyeyim şimdi." dedi.

"Sen beni buraya getirme zahmetinde bulundun, çay işi çantada keklik." dedim. Başını salladı, "O zaman ben arabayı park edeyim. Gelirim yukarı." dedi.

Gülümseyerek indim arabasından, apartmanın dış kapısını açıp, içeri girdim. Kendi daireme çıkarken, ev sahibinin oğlu önüme durdu, "Saat kaç?" dedi. Omuz kaldırıp, "22:30?" dedim. Tekrar adımlamaya başladığımda beni engelleyip, "Gecenin bu saatinde dışarıda ne işin var, otursana evinde boş yere mi kiraladık sana bu evi?" dedi. Karşısına durup, "Parasını ödüyorum, girip çıktığım saat size mi kaldı?" dedim. Başını salladı, "Bize kaldı, çünkü sen ne olduğu belirsiz bir kadınsın. Evimizde kimin yaşadığını bilmiyoruz, Öztürk abi rica etti diye tutuyoruz seni." dedi. "Bir daha bu saatte gelmeyeceksin bu eve, daha erken geleceksin."

Kaşlarımı çattım, "Evin sahibisin. Hayatımın değil." dedim. Yüzüme eğilip, "Ne bileceğim evime bir pavyon gülü almadığımı?" derken, apartmanın kapısı açıldı, Ekin Başkomiser bize baktı, "Efkan, sen aşinasın aslında şaşırdın mı, pavyon gülleri bu saatte gelmez evlerine." dedi. İkisine art arda baktım, "Siz tanışıyor musunuz?" dedim. Ekin başını salladı, "Kuzenimin Oğlu." dedi. Efkan'a bakan Ekin sakin bir dille, "Kıza karışma bir daha." dedi. "Kalbini kırmak istemiyorum."

Efkan başını sallayıp, önümden çekildi, "Babam evde değil Ekin abi." dedi. Ekin kaşlarını çattı, "Babana değil kendi evime geldim." dedi. Kaşlarımı kaldırıp, "Biz komşu muyuz, ben seni hiç görmedim." dedim. Ekin başını salladı, "Aile apartmanındaki tek yabancı sensin, Efkan'da o yüzden emin olmak istiyor." dedi.

Eve geçtiğimizde balkona yönlendirmiştim onu, mutfakta hemen bir çay suyu koyup, balkona döndüm. Haziran olmasına rağmen hava serindi. "Sana daha önce hiç rastlamadım apartmanda, ya da Yakut'un yanında." dedi. Elimi masaya koyup, "Bir iki aydır falan yaşıyorum burada." dedim. Başını salladı, "Anladım." dedi.

Çayları demleyip geldiğimde konu Yakut'a dönmüştü, "Nasıl tanıştınız bizimkiyle?" dedi. Çayımı yudumlayıp, "Nizamiyeye getirilmiştim, kurtulduğumda, nizamiye revirinde gelip sorguladı biraz beni." dedim. Dudak büktü, "Üniversite okumadı manyak, ben asker olacağım dedi, sınava girdi. Bir baktık Siirt'e atanmış." dedi. Çay bardağını masaya bırakıp, "Sen nasıl buraya geldin?" dedim. Elini havaya kaldırıp, "Tayin istedim, geldim." dedi.

Başımı salladım, "Aslen nerelisin?" dediğimde, arkasına yaslandı, "İstanbul. Sen nerelisin?" dedi. "Bilmiyorum, babam eski bir Türk aşiretinin oğluymuş, köye sürülmüş." dedim. "O köye ben on iki yaşındayken teröristler yerleşti, babamdan beni istediler. Babam kabul etmeyince, ailemi öldürüp kaçırdılar beni. On iki yıl hizmet ettim, Yakut'un yedek timi kurtardı beni."

Kaşlarını kaldırdı, "Her pisliği yapar onlar, ki galiba sana da yapmışlar." dedi. Başımı salladım, "Gerisini anlatmaya gerek yok." dedim. Gülümsedi, "Nasıl istersen, öyle." dedi. Elini çenesine atıp, "Yakut'a kızıyor musun?" dedi. Başımı iki yana salladım, "Hayır, kızmıyorum." dedim. Başını kaldırdı, "Ben kızıyorum." dedi. Kaşlarımı hafif çattım, "Neden?" dedim.

Dudak büktü, "Sözüne çağırmadı hergele. Gerçi ben o sıralar burada değildim." dedi. Masaya başımı koyup, "Neredeydin?" dedim.

Benim gibi başını masaya koydu, "Floransa, babamın cenazesini getirmeye gittim." dedi. Başımı kaldırıp yüzüne baktım, ben ona baktığımda, "Hiç üzülmedim biliyor musun, beni terk ettiğine üzülmediğim gibi, öldüğüne de üzülmedim." dedi.

"Beni teyzem büyüttü, çalıştığı yurtta kalıyordum. " dedi. Elimi masada duran koluna koydum, "Herhalde, Yakut'la bu yüzden iyi anlaştınız. " dedim. Güldü, "Neden güldün?" dedim. Başını kaldırıp, "Lise arkadaşım dedim, iyi anlaşıyoruz demedim." dedi. "Ha, yeri geldiğinde iyiydik, ama genelde kavga, gürültü."

Kıkırdadım, çayımı yudumlayıp, "Ne diyeyim şimdi sana?" dedim. Gülerek, "Bir şey demesen de olur." dedi. Başımı tekrar onun gibi koydum masaya, "Oğlum siz ne değişik adamlarsınız lan, arkadaş değiliz diyorsun ama sözüne de çağırmadı diye kederleniyorsun." dedim. Sesli güldü, "Öyle bir değişiğiz işte." dedi.

Başını kaldırıp, "Gün doğuyor, ablam beni bekliyordur, yeni geldim bugün." dedi. Başımı kaldırmadan gözüne baktım, "Bugün mü geldin, öyle geldiğin gibi başlayabiliyor musun göreve?" dedim. Başını kaldırdı, "Ben zaten burada görevliydim, izine gittim sadece." dedi. Başımı salladım, "Sevdim seni." dedim. Gülümsedi, "Ben sevmeyeceğim seni." dedi.

"Neden?"

"Sevince kaybediyorum, babam gibi, annemi hiç görmedim zaten."

Yutkundum, güneş yüzüne vuruyordu, gözlerini kısıp, "Annem..." diye söylendi. "Beni doğurduktan iki gün sonra ölmüş." dedi. Ona baktım, "Ablan varmış, seni neden teyzen çalıştığı yurtta büyütmüş." dedim.

"Zaten benim hayatım orada başladığı gibi bitiyor Elzem." dedi. Başımı kaldırıp dik hale geldim, arkama yaslanırken, "Babam beni, ondan hayatının aşkını çaldığım için, ablamdan da annesini çaldığım için terk etti. Babama kendimi affettiremedim ama, ablam affetti beni. Babam ölünce." dedi.

"Çok üzüldüm Ekin..." dedim. Kaşlarını kaldırdı, "Üzülme, ben üzülmüyorum." dedi.

"Karşımızda gün doğuyor, bizim konuştuklarımıza bak, yok mu böyle güzel, güldürecek bi anın?" dedi. Başımı iki yana salladım, "Yok, senin var mı?" dedim. Başını arkaya atıp, "Yok..." dedi.

"Ben hakikaten gülmenin ne anlama geldiği bile iki sene önce öğrendim." dedi. "Gülmek için pek vaktim, iştahım yoktu, teyzemde arada bir yanıma uğrayıp iyiliğimden emin oluyordu."

"Bana evini açmadı..." dedi. Gözümün içine bakarak, "Yakut'u da teyzesi büyüttü, ona sahip çıktı kardeşleriyle onu bu yüzden kıskanırdım. Veli toplantılarını kaçırmazdı teyzesi hiçbir zaman. Benim teyzemde bir kere bile elimden tutup götürmedi okula." dedi. Ben sadece onu dinliyordum, "Baba tarafından kimse yok muydu?" dedim. "Sana sahip çıkacak."
Elini masaya yavaşça vurup, "Adamlar oğullarına sahip çıkmamış, torunlarına sahip çıkar mı?" dedi. Dudak büktüm, "Bir istihbaratçıya göre fazla açıldın?" dedim.

"Ben seninle istihbaratçı olarak değil, Ekin olarak konuşuyorum." dedi.

Başımı salladım, "İstihbarat demişken, şu bahsettiğin adam ne zaman gelecek?" dedim. Ciddileşti, "Yarın sabah Siirt'te, merkezde olur." dedi. Başımı salladım.

"Ben en son gidiyordum ya?" diye bir aydınlanma yaşayıp ayağa kalktı. Ayağa kalkıp, kapıya giden adamın peşinden ilerledim. Elini kapıya attığında, omzuna dokundum. Bana döndü, ona sıkıca sarıldım, ben ondan ayrıldığım zaman, "Ne oldu?" dedi. Ona tekrar sarılıp, "Sana sahip çıkılmamış, bari sarılan olsun." dedim kulağına. Bana sarıldı, "Tamam, yeter bu kadar, ağlamak istemiyorum. " dedi. Benden ayrılır ayrılmaz, "Ağlayınca, durduramıyorum." dedi.

Kapıdan çıktıktan sonra, telefonuma bir mesaj geldi,

K.Y: Bana kızgın mısın?

Siz: Değilim, gece uyumadım, bugün kafeye gitmeyebilirim. Uyuyacağım. Öztürk abiye haber vermem lazım.

K.Y: Ben söylerim, yanımda zaten.

Siz; Gerek yok ben söylerim.

K.Y: Sen kızgınsın bana.

Siz: Değilim.

K.Y: Kızgın değilsen neden bana soğuk yapıyorsun?

Siz: Hani sen sözlüsün ya? Gidip sözlünle konuşabilirsin mesela.

Ortam kalabalıktı bölümü yazarken, saçmalamış olabilirim...

Mütemmim CüzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin