Dertleşmek

896 92 32
                                    


Neden beni kaybetmekten korkuyorsun dediğimde "Bilmiyorum" dedi.

Sesinde bariz tonlar olunca bir süre ikimizden de ses çıkmadı. Ağzımı açıp konuşacaktım ki benden önce davranıp "İnan, cevabını bende bilmiyorum, sadece.." dedi ve zaman tanıdı kendine.

Birkaç saniye suskunluktan sonra derin nefes aldı. Ulan az önce beni öpmeye kalkışan adam, şuan konuşmaktan çekiniyordu. "Sadece...senin yanındayken nefes aldığımı hissediyorum. Özür dilerim tekrardan. Bir anlık kendim..."

Lafını bitiremesine izin vermeden bu sıkıntılı itirafı böldüm.

"Neyse. Olan oldu bir kere. Unuttum gitti bile" dedim ve yumruk yaptığım elimi serbest bırakarak "Ama bir daha olmasın bu saçmalıklar. Kuzenim evde olabilirdi yada herhangi biri. Görünce ne olurdu biliyor musun?" daha fazla ileri gitmeden laflarımı bıçak gibi keserek "Neyse haydi, içeri geçmek istiyorsan geç. Yani eğer illa gideceğim diyorsan.."

"Olur, yalnız kalma bu karanlıkta. Karanlıkta kalmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyorum" cümlesini bitirince sertçe yutkundu.

Yüzünü göremiyordum. Sadece üzgün çıkan sesini duyabiliyordum. Neden üzüldüğünü de az çok tahmin edebiliyordum. Hapishane günlerinden bahsediyordu. Doğrusu bende merak ediyordum ama bir yanım "O haketti, bu yüzden hapishaneye girdi" diyordu. 

Ama, bugün yalnızca Bışar olacaktım. Herkese nasılsa ona da o şekil davranacaktım. İnşallah aksi olmazdı.

Ağzımı açıp dudaklarımı yavaşça birbirine değdirdim. "Teşekkür ederim. Yani yalnız bırakmadığın için!" dediğimde hafifçe güldü. Gülme sesini kulaklarım işitince, yine sinirlenecek gibi oldum. Yahu ne var herkes karanlıktan korkardı.

Bu zifiri karanlıkta sanki görebilecekmiş gibi gözlerimi kısarak, birbirine bağladığım kollarımla salona geçtim. Zifiri karanlığı az da olsa kıran şey, cebinden çıkardığı çakmağın ateşiydi.

Saat henüz dokuz buçuktu sanırım.
Yarın vize sınavım da yoktu. Daha doğrusu üç gün kafa dinleyebilecektim. O esnada bol bol ders çalışmayı planlamış, defterime notlar çıkarmıştım. Fakat bir herifin evime gelip, dudaklarıma yapışacağının notunu almamıştım defterime. Onu da o gittikten sonra alırdım artık amına koyayım.

"Mum var mı evde?" diye soru sorunca, başımı salladım.

Elindeki çakmağıyla beraber benimle mutfağa geldi. Bu eve ilk geldiğimiz gün, amcam bize, birkaç tane mum almıştı. Arada elektrikler gidince kullanıyorduk. Mumları dışarda bırakınca da eriyordu.
Bende erimesin diye de buzdolabına saklıyordum. Mumları elime tam alıp arkamı dönüp adım atıyordumki, arkadamda kazık gibi dikilen herifi farketmeden, ayağına bastım.

"Ağhh, yavaş olsana Bışar. Canıma kastın mı var bugün" dedi.

İsmimi onun ağzında her duyduğumda şaşırıyor, afallıyordum. Çok düzgün bir diksiyonu vardı. Ve ismimi çok güzel telaffuz ediyordu. Ayrıca ne alakaydı ya. Niye canına kastım olsun ki. Ben mi dedim git, yağmurda otur diye.

Asıl o niye benimle şuan mutfağa gelmişti. Haydi geldi benimle akraba olacak düzeyde niye yakınıma gelmişti. Evde cin varda benim mi haberim yoktu.
Bu zifiri karanlıkta cin deyince de ürktüm bir an. İçimdeki kendime 'Ulan Bışar birşeyi de adam gibi düşün, nerden geliyor böyle abidik, gubidik şeyler aklına'

O konuşmayınca, "Bir şeyin var mı?" diye sordum mecburen. Çünkü bu karanlık yerde birinin yaşadığına dair bir ses duymaya, bir varlık hissetmeye ihtiyacım vardı.

"Yok birşeyim. Dikkkat et bundan sonra"

"Ulan ben mi dedim arkamdan mutfağa gel diye, hadi geldin niye dibimde bitiyorsun" sesim biraz sınırlı çıkmıştı. Sesimi kontrol ederek "Ver haydi şu çakmağı!" dedim. Çakmak tekrardan yakılınca, mumun ucunu yakınlaştırarak yandırdım. İçerisi bir anda sarı çalınca derin bir ohladım.

PARÇALI HAYATLAR     SAĞ-SOL.  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin