Ofistekilere belli etmemek için hızlıca odama geçip bir süre odada volta atmaya başladım. Bir yandan da kendime gelmeyi bekliyordum. Koltuğuma huzursuzca tekrardan oturdum. Fotoğrafı elime alıp, biraz daha bekledim. Tekrar fotoğrafa baktım. Her detayına.
"Babasıyla beraberdi" ama bu fotoğrafın haber değeri neydi ki. Neden ofise gönderilmişti. Aklım karma karışık bir haldeydi. Kapı tekrardan açıldığında ise, Ramo hızlıca yanıma geldi. Elini omzuma yaslatarak "Bu fotoğrafın burada ne işi var? Nerede buldun onu?"
"Bilmiyorum"
"Kim getirdi bu fotoğrafları?"
"Şu stajyer olan çocuk Ali getirdi"
Ramo beklemeden kapıya doğru yürüdü ve odadan çıktı. Ben ise arkasında binbir düşünceyle bakakaldım sadece. Acaba bu eski fotoğrafı mıydı? Oflayıp kafamı tam masaya koyacaktım ki Ramo Ali ile içeri girdi.
"Ali! Kardeşim bu fotoğrafları kim çekti?"
"Abi bilmiyorum ki. Yani arkadaşlar çekmişti. Birde fotoğrafların içinde bir tane zarf vardı. Açtığımda içinde bu fotoğraf vardı. Tam onu açıklıyordum ki Bışar abi yanına geldi"
Ali'ye bakarak başımı belli belirsiz salladım. Çekmeceme koyduğum kontağımı parmaklarım arasına alıp cebime iliştirdim. Vakit kaybetmeden şefin odasına giderek bana verilen bir haftalık izini geri istedim. Sağolsun beni kırmadan hemen verdi. Daha da etrafıma bakmadan hızlıca dışarı çıktım. Arabama doğru yürüdüm. Arabayı, tam çalıştırıyordum ki Ramo'da koşar adım bana doğru geliyordu. Onu beklemeden hayal kırıklığı ile arabayı çalıştırdım.
Eğer Zafer yaşıyorsa neden bunca zaman beni kendisi ile sınamıştı. Neden tek bir haber bile göndermemişti. Bana yaşadığına dair en ufak bir iz bile gösterseydi sevgimi yüreğime gömer, kenara çekilirdim. Ama bu şekil sınamak ölümlerden beterdi.
Araba yolda akıp giderken ağlamaktan önümü göremiyordum. Bir elimle direksiyonu tutarken, diğer elimle yanaklarımdaki yaşları siliyordum. En son dayanamayacak gibi olduğumda arabayı uçurum gibi bir yere çektim. Nefes almaktan güçlük yaşadığımı anladığımda kapıyı açıp bir solukta arabadan indim. Arkamdaki kapıya yaslanıp ağlamaktan helak olacak hâle gelmiştim.
Hem ağlıyor hemde denizi seyrederej bütün hayatımı düşünüyordum. Parçalı bir hayat. Sürekli birilerini beklemekle geçmişti ömrüm. Yada sevdiğim insanlar ölüyordu. Önce babam, sonra Zafer ve diğerleri.
Arkadan bir araba sesi kulağıma ilişince dönüp bakmadan uçuruma doğru sarsak adımlarla yürümeye başladım. Avazım çıktığı kadar "NEDEEEN" diye bağırdım. İçim soğumayınca tekrar bağırdım. "BANA BUNU NEDEN YAPTIN? BEN SANA NE YAPMIŞTIM Kİ!!"
Ses tonum iyice kısılınca kendi kendime "Neden Zafer. Ben sana ne yapmıştım? Neden beni kendinle sınadın? Sadece sevmiştim. Sevmiştim. Çok sevmiştim"
"Affet beni!!!"
Tanıdık ve hasret olduğum ses kulağıma gelince alt dudağımı dişleyip omuzlarım sarsıla sarsıla daha çok ağladım. Bacaklarım beni daha fazla taşıyamayınca yere çöküp defalarca kez elimle yere vurdum. Ben ağladıkça adımlar daha da yaklaştı.
Elime biraz toprak aldım. Var gücümle ayağa kalktım. Arkamı dönecektim ama dönemiyordum. Korkuyordum. Ya gerçek değilse! Ya yine o korkulu rüyalarımdan bir tanesi ise!!
Ama insanlar rüyada acı çekmezdi ki! Benim vücudum ise cayır cayırdı. "Neden bana bunu reva gördün?" diye sordum
Cevap vermeyince, burnumu defalarca kez çekip ağır ağır arkamı döndüm. Zafer'in bedenini gördüğümde hıçkırmaktan yüzüm buruşup nefesim kesilene kadar ağlamadım. Allah'ım bu nasıl bir acıydı...Sevinsem mi ağlasam mı bilemiyorum. Çok ağırdı. Bu yükler omuzlarıma çok ağır gelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PARÇALI HAYATLAR SAĞ-SOL.
Ficción GeneralTürkiye'de olduğu gibi, Avrupa'da da başkaldırı yılı olan 1968 yılının gençlik eylemleri, Üniversitedeki boykotlar gibi bir sürü olayın olduğu kara yıl... Ülkü ocakları Reis'i Zafer ve Sosyalist düşünce derneğine amcası sayesinde üye olan Gazetecili...