Sinirliydim. Bu adamı görünce gerçek anlamda sinirleniyordum. Pişkin bir şekilde gözlerimin içine bakarak sırıtıyordu. Bir müddet baktıktan sonra Ömer denen şeref yoksununa kaldırdı mavilerini.
"Ömer işine bak aslanım. Sen git dış kapıyı temizle. Sonra da bana güzel bir çay getir" diye emir verir tonda konuşunca, Ömer mutluluğunu gizlemeden "Emrin olur reis. Hemen getiriyorum" deyip dış kapıya gitti.
O gittikten sonra Zafer denen haysiyet yoksunu bakışlarını bana indirerek göz kırptı "Hayırdır, ne işin var burada?"
Harbi benim ne işim vardı burada!! Devrim başkan bunu duyarsa kesin sikerdi beni. Yada en kötü ihtimal amcama uçururdu.
Neyse bu düşünceleri bir kenara bırakıp sinirle yüzüne baktım.
Dişlerim arasından sinirle konuşarak "Sen bana nasıl tokat atarsın lan. Siktiğimin göt kurdusu"
Benim aksime keyifli bir iç çekerek elindeki tesbihi dönderdi ve "Ağzından çıkanı kulağın duysun. Benim mekanımdasın. Seni bir sikerim millet içine çıkmaya yüzün olmaz" sona doğru sinirle karşılık verdi ve devam etti "Derdin her ne sikimse anlat. Sonra da siktir ol git, velet!!"
Yeşillerimi ondan almadan ters ters bakıyordum suratına. O ise bir kaşını kaldırıp eliyle yukarıyı göstererek "İstersen odama geç. Misafir sayılırsın sonuçta"
"Çayı mayı siktir et. Sen önce soracağım sorulara cevap ver" dedim ve bir adım öne gelerek "Birincisi bana neden tokat attın buna cevap ver. İkincisi ise üniversitedeki sağcı hocalara şöyle bütün öğrencilerine aynı muameleyi göstersinler" kaşlarım gittikçe daha çok çatılıyordu.
Ağzını açıp tam birşey diyecek iken, Ömer elinde bir bardak çay dökmeden yanına vardı "Buyur Reis"
"Eyvallah aslanım"
"Afiyet olsun Reis. Ne demek!" diye yanıt verdi.
Göz ucuyla ona baktığımda, Zafer'e karşı fazla ilgiliydi. Bakışları herşeyi ele veriyordu çünkü. Muhtemelen Zafer farkındaydı ama ses çıkarmıyordu.
Neyse beni ilgilendirmezdi. Kim ne bok yerse yesin. Topluma zarar vermeyen herşey bana göre mübah sayılırdı.
Ömer tam arkasını dönüp gideceksen Zafer'in sesi kulağıma ilişti "Ömer'im odama bir çay daha getir" diye emir verdi
Ömer bozulmuş bir ifadeyle arkasını dönerek kısılı gözleriyle ters ters bana bakıp yüzünü ekşitti. Zafer'in uyarısıyla kafasını çevirmeden sallayıp çay ocağına doğru yürüdü.
"Haydi benim odama geçelim. Orada konuşuruz. Burada durup sorularına cevap alamazsın" dedi ve merdivenlerden basamaklarına basarak yukarı çıktı. Bende el mecbur adımlarını takip ettim.
Odasına gittiğimde gözlerim etraftaki düzene kaydı. İlk defa ülkü ocaklarına adım atıyordum. Gerçi Ocak dedikleri örgüt yeni yeni genişlemeye başlıyordu. Sanırım bu gidişle siyasette de pek etkili olacaklardı. Arkası sağlamdı çünkü...
Odanın Her yerinde Alparslan Türkeş'in posterleri vardı. Masasının hemen sağ tarafındaki duvarda asılı duran posterler duruyordu. Onları temsil eden bayrağı görünce yüzümü buruşturdum. Masasında ise babasının fotoğrafını çerçeveletmişti. İğrenc bir tabloya bakar gibi buruşmuş yüzüme ekstra igreti de ekleterek gözlerimi kaçırdım. Nefret ediyordum o ve ailesinden.
Zafer'in hemen arkasında ise Alparslan Türkeş ve Atatürk yan yana olan posteri vardı.
Masasına birleşik duran parmaklarını birbirinden ayırdı ve parmağına yüzüğünü taktı. Yüzüğün üzerinde ülkü ocaklarının sembolü olan kurt amblemi vardı.
Gözlerini benden ayırmadan masanın çekmecesinden sigara paketini ve kül tablasını da çıkarıp masada dizdi. Paketinden bir dal çıkarıp dudaklarının arasına yerleştirip çakmağıyla ucunu yakarak derin bir nefes çekip, beyaz dumanı havaya saldı.
Anlık gözlerimiz buluşunca, odayı incelemeyi bıraktım. Oturmak istemesemde boş bir koltuğa geçerek kalçamı sakince oturtup bacaklarımı kendime çektim. Sanki her an beni yiyeceklermiş gibi hissediyordum. Benim oturmamla kapının tıklaması bir oldu.
Açılmadı. Muhtemelen Zafer'den gel komutunu bekliyordu
Zafer ağzındaki sigarayı küllüğün ucuna indirerek "Gel" diye hafif yüksek sesle bağırdı.
Ömer, kapıyı açıp içeri girdi. Eşşek ölüsü görmüş koklamış gibi suratını buruşturup reisine doğru heyecanlı adımlarla yürüdü.
Zafer kaşlarıyla bana değil diye kaldırdı ve çenesiyle beni gösterip "Bana değil, Bışar efendiye ver" dedi. Gözlerini de Ömer'in hareketlerinden çekmiyordu.
Bısar deyince afalladım. Demekki Bışar mısın Büşra mısın değil. Direkt Bışar olduğuma ikna olmuştu sonunda.
"Başka emrin var mı reis"
"Yok aslanım, bizi yalnız bırak" dediğinde, Ömer bedenini çevirmeden başını hafif yana yaslatarak benimle göz göze geldi. İkimiz tekrar kaldığımızda ister istemez yutkundum. Gerçekten bu adamın farklı bir enerjisi vardı. Gözlerini bana dikmişti
Gözleriyle şekerdanlığı göstererek "Şeker önünde" dedi
"Bırak şimdi çayı, şekeri sorularıma cevap ver!"
"Ne sormuştun, hatırlayamadım" deyip eliyle önümdeki bardağı gösterdi "Önce çayını iç. Sonra bana tekrardan sorularını sor" diye göz kırparak tebessüm etti.
Allahım şaka mıydı bu adam. Yoksa ben mi çok nefret ediyordum. Yok ben nefret etmiyordum. Adamın kendisi nefretti.
bizim şuan ağzı burun birbirimize girmemiz gerekirken, ben karşısında oturmuştum. Çaylarını içmeden cevap vermeyeceğini söylüyorduSinirden seğiren dudaklarımla "İkidir bana göz kırpıyorsun, yapma"
Bunu söylememle güldü, ve keyifle ellerini koltuğunun yanlarına koyup koltuğu hafifçe sağa sola çevirdi.
Oturduğu koltuktan ufak da olsa kulak tırmalayan bir ses geliyordu.
"Neden?" diye sordu. Karşılık olarak alayla sırıttım"Biliyor musun, göz kırparak hiç sempatik olmuyorsun!"
Bu daha da keyiflenmesine neden oldu. Hemen ardından beni sinirlendirecek cümleler kurmaya başladı.
🍂
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PARÇALI HAYATLAR SAĞ-SOL.
Ficção GeralTürkiye'de olduğu gibi, Avrupa'da da başkaldırı yılı olan 1968 yılının gençlik eylemleri, Üniversitedeki boykotlar gibi bir sürü olayın olduğu kara yıl... Ülkü ocakları Reis'i Zafer ve Sosyalist düşünce derneğine amcası sayesinde üye olan Gazetecili...