Biz de Alvin'e sonunda yetişip içeri girince Brendon ve Victor etrafı kontrol edip temiz olduğunu, bu geceyi burada geçirebileceğimizi söylemişti bile.
Alvin'ın yanına geldiğimizde çoktan yere kıvrılmış, horlayarak uyuduğunu gördük. Dixie hafifçe güldü Agnes ile beraber, ve sonra bize döndü,
"Eh, bu salak uyumuş bile çoktan. Biz de yatalım çünkü yorgunluktan ölüyorum!" diyerek Darla ile biraz ileriye yattı ve yatmadan önce yere hırkasını serdi.
Bianca, Brendon, Victor Newt da yatınca Agnes ile birbirimize baktık,
"Gel, biz de şuraya yatalım bari. Biraz daha ayakta durabilecek gücüm olduğunu sanmıyorum!" dedi Agnes ve gülüp peşinden gittim. Diğerlerine çok da uzak olmayan bir yere yattık, burası marketin camının hemen önüydü ve bu sayede dışarısı görünüyordu.
Yan yana uzandık, evet yorgundum ama uykumun pek olduğu söylenemezdi. Ama Agnes benim tersime, gözlerini bile açık tutamıyordu.
Agnes ile zar zor biraz sohbet ettikten sonra o da uyumuştu ama vücudum hâlâ uykuya karşı geliyordu. Dakikalar geçse bile uyuyamadım ve sıkılmaya başlamıştım.
Buraya kadar yaşadığım şeyleri düşündüm, yer altından başlayarak her şeyi. Düşündüm ve düşündüm.
Ama fazla düşünmenin bana faydalı olmadığını biliyordum, daha fazla eskileri düşünürsem ağlayacaktım neredeyse...
Ah eskiler..
Uf, kalk Iris kalk.
Bırak düşünmeyi.
Ağlayacaksın şimdi Iris, ne salak bir kızım ya.. Ota boka aglayasım geliyor...
Acaba hatırlamadığım önceki hayatımda da böyle miydim ki?
Neyse.
Agnes'ın uyanmaması için yavaşça kalktım ama zaten top patlasa bile uyanmayacak gibi bir hâli vardı.
Yavaşça yürüyüp diğerlerine baktım, Alvin çıkardığı hırkasına sarılmış bir şeyle mırıldanarak uyuyordu.
Biraz kenardaki Bianca ise uyuyordu ama yanakları ıslaktı, uyurken ağlamıştı muhtemelen. Bir an içim acıdı, o da özlüyordu. Eski zamanları. Denek olduğumuz ama yine de mutlu ve güvende olduğumuz, ya da yer altında mutlu ve rahat olduğumuz zamanları. Bence ikisi de.
Dixie ve Darla hemen yanda birbirlerine sarılmış olarak uyuyorlardı. Onlar da eski hayatlarını hatırlamıyorlardı ama bir şekilde kardeş olduklarını biliyorlardı ve bu görüntüleri bile gülümsememe yetiyordu.
Victor ve Brendon yan yanaydı ve yüzleri ciddiydi. Ama yine de huzurlu bir uykudaydılar.
En son camın önündeki Newt'a baktım. Yanına yaklaştım, yüzünü inceledim. O da huzurluydu, saçları önüne düşmüştü ama ayın ışığı yüzüne vuruyordu ve bu görüntüsü hafifçe tebessüm etmemi sağladı. Pek derin uyuyor gibi görünmüyordu aslında.
Sessizce ilerleyip hemen yanına, sırtımı duvara yaslayarak oturdum ve Ay'a baktım, baktım, baktım.
Önceden acaba tanışıyor muyduk? Nasıl?
Sokaktan mı arkadaşımdı?
Okuldan tanıdığım biri miydi?
Hatırlamadığım ailemle gittiğim oyun alanında kısa süre birlikte oynadığım çocuk muydu?
Ya da küçüklükten beri tanıdığım yakın arkadaşım?
Ya da en olmasını umduğum,
Acaba âşık olduğum çocuk muydu?
Daha bir kaç haftasına gidecek olsaydım ve kendime şu soruyu sorsaydım, acaba ona karşı bir şeyler mi hissediyorum? Bu, muhtemelen ya belirsiz ya da hayır olurdu.
Ama şuan bunu demek istesem, içimde varlığını bile yeni öğrendiğim kelebekler izin vermezdi. Hani şu kelebekler, o kişiyi görünce karnında garip hisler yaratanlar. Onlar işte.
Ve eğer o kelebekler karnımda varsa zaten bu soruya hayır cevabını veremezdim.
"Evet, bence eskiden tanışıyoruz." Newt'ın uykulu sesini düşüncelerimin içinde duyunca bakışlarımı ona çevirdim, yani yanıma.
"Sen uyumuyor muydun?" Omuz silkti,
" Hiçbir zaman derin uyumam. Sen olduğunu anladım zaten."
"Nasıl?" Oturur pozisyona geçti yanımda, "Bilmem, kokunu aldım heralde." cevabına sessizce güldüm. Neyse, o uyandığında göre uykum gelene kadar onunla sohbet edebilirdim.
"Bence de, ama nereden? Ya da bunun tesadüf olduğundan emin miyiz?" diye sordum.
"Aslında tesadüf olduğunu sanmıyorum çünkü bazen hafızamda silik ve yarım anılarla karşılaşıyorum."
"Nasıl anılar?" diye sorduğumda Ay'a baktı düşünürken,
"Çoğunu hatırlamıyorum, ve o kadar kısalarki hepsi birbirine karışmış ve anlamsız olmuş gibiler. Ama bir anımda seni gördüğümü hatırlıyorum." Merakla başımı ona çevirdim,
"Beni mi? Nasıl?"
"Bir parktaydım galiba, en fazla beş yaşındaydım ve anı biraz... Rahatsız ediciydi. Ama gördüğüm küçük kızın sen olduğundan eminim. Bir adamın senin adını söylediğini hatırlıyorum çünkü. Neyse, oralar karışık."
Peki ya ben neden hiç bir anı hatırlamıyordum? Bunu bilmiyordum. En küçük bir ses, anı, görüntü. Hiçbiri hafızamda yoktu ve bu sinirimi bozuyordu.
Uzun sessizlik biraz uykumu getirmişti,
"Acaba bu yolculuğun sonu neresi olacak.." diye mırıldandım ve sonra o anki dalgınlığımla mırıldandım,
"Kucağına yatabilir miyim? Omzuna yaslansam da olur. Yer çok rahatsız." Uykulu olduğum için bu cümle bana pek de garip gelmemişti ama kendimde olsaydım muhtemelen utançtan ölürdüm.
İlkte cümleme şaşırmış olsa da -ki gayet normal, hafifçe güldü, "Çok açık oldu, hayır demem." eliyle hafifçe başımı omzuna yasladı, burnuma gelen kokusu öyle huzurlu hissettirmişti ki dudaklarıma belli belirsiz bir gülücük yerleşti.
Uykuya kendimi teslim etmeden önce bir kaç şey söylediğimi hatırlıyordum, "Newt, bence önceki hayatımızda sevgiliydik, eğer öyle değilse çok üzülürüm." Newt'ın güldüğünü duydum,
"Sen normalde böyle konuşmazdın aslında."
"Ama öyleydik değil mi? Öyle olduğumuzu söyle?"
"Önceki hayatımızda değilsek bile bu hayatımızda olmayacağız diye bir şey yok." Tekrar sessizlik oldu ve uyku beni esir almadan önce son kez konuştum, hatta kesin bilincim çoktan kapanıyordu.
"Newt," diye mırıldandım.
"Hm?"
"Sen de deli olmayacaksın değil mi? Eğer olursan sensiz kalırım ve düşüncesi bile kötü geliyor. Ölme tamam mı?"
Kısa süren sessizliği cevabını bilmediğini gösteriyordu ama yine de konuştu,
"Ya ikimiz hayatta kalırız ya da ikimiz de deli oluruz. Yanlız bir deli olmak istemiyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİKKAT ET / TOM KAULITZ
Teen FictionHerşey şehirdeki büyük akıl hastanesindeki vücutlarında korkunç bir virüs taşıyan "insanların" hastaneden kaçması ve şehire inmesiyle başladı...