"Lanet olsun... Lanet olsun! Nasıl ineceğiz buradan şimdi?! İnemeyeceğiz burada kaldık! Aşağıya bakamıyorum, tanrım!"
20 metre altımızdaki Dixie'nin sesini zar zor duyuyordum, en son ellerinin korkudan titrediğini görmüştüm, çok fena yükseklik korkusu vardı belli ki. Biz de korkuyorduk, ve şimdi ne yapacaktık hiçbir fikrimiz yoktu. Ama umudumuzu kaybetmememiz lazımdı.
"Bir yol vardır... Değil mi? Aşağı inmek için..." dedi Agnes, endişeyle aşağı baktı ve yutkundu. Az önce ağlamayı bırakmıştı, bu yüzden yanakları sırılsıklam olmuştu.
"Tamam, herkes bi sakin olsun," Brendon alttakiler de duysun diye biraz bağırarak konuştu, " Eğer paniğe kapılırsak burada geberip gideriz ona göre. Şimdi, merdiven kopsa bile bize yardımcı olacak bir kaç şey bulabiliriz belki. Önce çuvallara bakın, Alvin. Bizde çuval yok hepsi sizde. Telefonlar da bizde. Çekip çekmediğine bakalım."
Bianca ve Brendon telefonlarını çıkardıklarında Agnes, "Çekiyor mu?" diye sordu hemen. Brendon kaşlarını çatarak telefonu yukarı kaldırdı,
"S*ktir, neden çekmiyor bu?! Burası en yüksek olan yer, çekmesi lazımdı?"
Bianca, "Benimki çok az çekiyor ama bu bize yeterli değil, ve şarj çok az." dedi umutsuzca Brendon'a bakarak. Brendon telefonu indirip, "Sen şarjını bitirme ne olur ne olmaz. Belki birazdan çeker, çekmezse bir şeyler buluruz." dedi.
Al işte, şans hiçbir şekilde yüzümüze bakmıyordu ki. Ne yapacaktık? Bunun üstüne hava da kararıyordu.
Bu sırada aşağıdan Victor'un sesini duyunca hepimiz biraz korkarak başımızı aşağı çevirdik,
"Buraya bakın! Çuvalda halat bulduk. Başka işimize yarar bir şey yok galiba ve... Tüm çuvallar bizdeyken siz ne yiyip içeceksiniz?"
Victor bunu deyince aniden sessizlik oluştu çünkü öyle korkmuştuk ki, bunu düşünmemiştik bile. Yanımızda bu işe yaramayan telefonlar vardı sadece. Yiyecek ve suların hepsi çuvaldaydı. Newt aşağı baktı,
"Yiyecek ya da içeceklere ihtiyacımız olmadan buradan inmek en iyisi, de nasıl ineceğiz? Victor, halat ne kadar uzun?" diye sorunca birbirimize baktık. Victor bir süre halatı inceledi ve sonra bir ucunu eline sarıp halatı aşağı sarkıttı.
"Dikkatli ol."
Victor hafifçe ve dikkatli bir şekilde halatı aşağı sarkıttığı yere baktı ve sonra halatı yukarı çekti, tekrar başını kaldırıp bize baktı,
"Zaten 400 metre halat beklemiyorduz değil mi? Elbette aşağı yetecek kadar uzun bir halat değil, ama en az 15-20 metre kadar uzun." deyince başımı çevirip Newt'a döndüm,
"Eğer o halatı bir şekilde bizim olduğumuz yere, yukarı getirebilirsek aşağı, onların olduğu yere inebiliriz?" dedim. İyi bir fikirdi ama asıl soru, bu nasıl olacaktı?
"Nasıl ama? Onlar aşağıdan halatı nasıl yukarı uzatacaklar?" diye sordu Bianca herkesin sormak istediği gibi. İşte o kısmı bende bilmiyordum.
"Hey! Şuraya bir bakın," Agnes'ın heyecanlı sesini duyunca hepimiz merakla ona döndük. Olduğumuz yerin ortasında uzun metal bir direk vardı 6-7 metrelik. Ona montelenmiş biraz paslı demir bir kutuyu gösterdi. Brendon heyecanla konuştu,
"Acil durumlar için içinde bir şeyler olabilir, açalım hemen." dedi ve kutuyu zorladı, bize döndü,
"Biraz yardım lazım, uzun süredir böyle kaldığı için paslanmış." bunun üzerine hepimiz kutunun bir kısmını tuttuk,
"Bir, iki, üç." Brendon üç dediğinde hepimiz aynı anda kutunun kapağını çektik. Ben, açılsın diye biraz sert çektiğim için kutunun kapağı açılınca biraz geriye sedelendim! Korkuyla düşeceğimi zannedip hızla yanımdaki Newt'ın tişörtünü tuttum ve hemen kendimi ileri çektim. Öyle çok kendimi düşeceğime inandırmıştım ki, bir an gerçekten düştüğümü sanmıştım hatta.
Öyle refleks bir hareket yapmıştım ki yanımdaki herkesi istemeden korkutmuştum. Ben tişörtünü tutunca Newt korkuyla belimi tutup beni kendine çekti.
"Iris! Ödümüzü kopardın!" dedi Agnes elini kalbine götürmüşken. Benim de kalbim bir kaç saniye için güm güm atmıştı. Ortadaki demiri tuttum bir elimle.
"İyi misin?" dedi Newt ve Bianca aynı anda. Eli hâlâ belimdeydi. Başımı salladım.
"Evet, evet. Bir an düşeceğimi sandım..." daha sonra konuyu kendimden uzaklaştırdım, "Kutuda ne var?"
Herkes bir an bana odaklandığı için kutuyu neredeyse unutmuşlardı. Hepimiz merakla kutuya bakarken Brendon hemen elimi kutuya soktu ve içinden metal uzayıp küçülen bir sopa ve işaret fişeği çıkardı. Bunları görünce hepimiz sevinmiştik, işimize yarayacak şeylerdi.
"Tamam, fişeği anladım iyi de..." Bianca bir an duraksadı ve bize bakarak devam etti,
"Bu sopa ne alaka?" Cidden, bu sopayı ne yapacaktık? Selfie sopası gibiydi resmen. Hah, telefonlarımız da varken fotoğraf mı çekseydik? Hepimiz düşünerek birbirimize bakarken Agnes şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı,
"Tabi ya! Nasıl düşünemedik?" merakla ona baktığımızda devam etti, "Bu sopayı Victor'ların olduğu yere kadar uzatırsak halatı ucuna bağlayabilirler, biz de halata ulaşmış oluruz!"
Lan biz bağışığız falan da,
Cidden gerizekalıyız.
"Agnes harikasın! Bence de bu çok mantıklı. Ama sopa oraya kadar ulaşır mı?"
"Denemeden bilemeyiz, hadi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİKKAT ET / TOM KAULITZ
Novela JuvenilHerşey şehirdeki büyük akıl hastanesindeki vücutlarında korkunç bir virüs taşıyan "insanların" hastaneden kaçması ve şehire inmesiyle başladı...