Işıklar çok güzeldi. Yemekler harikaydı. Şehir... Bambaşkaydı.
Çağıl'la birlikte evden çıktıktan sonra merkeze gelmiştik. Başta şaşırmıştım çünkü beni bir anda insanların arasına getirmesini beklemiyordum. Yine de bundan şikayetçi değildim.Geldiğimizde önce şık bir restoranda yemek yemiştik. Evde Rüzgar'la olan konuşmamdan haberdar olduğunu biliyordum. Telefonumla yaptıklarımdan bilgisi olduğunu söylemişti. Ama bu konuyu açıp hiçbir şey sormamıştı. Bende söylemeye cesaret edememiştim. Söylemem gerektiğini bilsem de bunun için uygun bir zaman bulamamıştım.
Yemekten sonra kalkıp biraz merkezde dolaştık. Şık halime karşılık çoğu kişinin bakışları bize dönse de sessiz ve sakin bir deniz kenarı bulduğumuzda diğer herkesi bir kenara bırakarak oturmuştuk. İkimizde sessizdik. Denizi seyrediyorken arkamda beni destekleyen tutuşu haricinde o da mesafeli görünüyor gibiydi. Sanırım şu Rüzgar konusunu konuşmamı bekliyordu.
Denizi inceleyen bakışlarımı ona doğru çevirdim. Omzumu göğsüne yaslamıştım. Biraz uzaklaştım. "Evden çıkmadan önce Rüzgar aradı."
Bakışlarını bana çevirmedi. Denize bakmaya devam ediyordu. "Biliyorum, haberim var."
"Konuştuklarımızı da biliyorsundur."
Başını salladı.
"Sanırım İstanbul'a gittiğinde onunla görüştün, senden epey bir şüphelenmiş gibi başına bela olmasın?"
Bana doğru döndü. Gözlerinde bu konu hakkında en ufak bir şüphe ya da korku yoktu. "Ateş olsa kendi siki kadar yer yakacak adamlardan bela olmaz kelebek." Durdu. Belimdeki elini kaldırıp saçlarıma götürdü. Esen hafif bir rüzgar vardı ve rüzgarın dağıttığı saçlarımı nazikçe geriye çekmişti. "Şimdi o korksun, asıl bela nasıl olurmuş görecek."
Aklından geçenleri tahmin etmek güçtü. Yine de Rüzgar hakkında pek de iyi şeyler düşünmediği kesindi. "Ona bir şey yapma. Gerek yok, önemsiz bir detay yalnızca. Aramızda bir bağ da kalmadı, üzerine kafa yorulmasına dahi gerek yok."
Benden çok daha sakindi.
"Sen korkma güzelim. Ben yapılması gerekeni yapacağım."
Önüme döndüm. Omzumu yeniden ona yaslayıp göğsüne sığındığımda etrafımı saran kolu sıkılaşmıştı. Beni göğsüne daha çok çekti. Yıldızlara bakıyordu. Bende denizi seyretmeyi bırakarak onun yaptığı gibi başımı gökyüzüne kaldırdım. Küçük şehir olduğu için merkezde bile az olan ışıklar sayesinde gökyüzü parlaktı. Yıldızlar öyle güzel görünüyordu ki uzun süre bakınca içine çekiliyormuşum gibi hissediyordum.
O an başıma bir ağrı saplanmıştı. Yüzümü ekşittim. Zihnimi dolduran küçük bir anıyı hatırladım. Bir film karesi miydi yoksa bana ait bir küçüklük hatırası mıydı emin değildim.
İki küçük çocuk vardı. Kız ve erkek... Tıpkı bizim gibi onlar da gökyüzünü seyrediyordu. Yıldızlara bakarken küçük kız iç çekmişti. "Keşke uzanıp toplayabilsem." diye konuştu.
Erkek ise dönüp yüzüne baktı. "Sende zaten var ki...""Hiç de bile."
"Var."
"Hani nerde?"
"Gözlerinde."
Küçük kız gözlerini kırpıştırdı. Bu sabah oyuncakları arasından alıp yanından ayırmadığı minik el aynasını kaldırdı ve yüzüne doğru tuttu. Gözlerini kocaman açıp çocuğun bahsettiği yıldızları görmeye çalıştı.
"Nerede ki? Yalan söylüyorsun."
"Gözlerinin içi parlıyor, nasıl yalan olsun."
Kız hayal kırıklığına uğramış üzgün bir sesle "Ben görmüyorum." dedi. Çocuk bu haline dayanamamıştı. Keşke onda gördüklerini o da kendisinde görebilseydi diye iç geçirdi. Uzanıp küçük kızı omuzlarından yakaladı ve kendine çekerek gözlerinin üzerini öptü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SESSİZ YANKI 18+
RomansaDalgaların kayalara sertçe vuruşu gibiydi onun aşkı. Yıpratıcı. Bir zaman sonra ona nasıl aşık olduğunuzu sorgulayacağınız kadar dayanılmazdı tavırları. Uçurumları vardı. Onunlayken büyük denizlere açılan, hırçın dalgalara kurban gidebileceğim ve as...