Beni şehirden uzak bir yere getirmişti, köy tabelaları vardı. Nereye gittiğimizi bilmiyordum ama hava kararmaya başlamıştı.
Arabayı plaj gibi bir yerde durdurduğu zaman gerçekten şaşırmıştım, bunu beklemiyordum. Ortam romantik filmlerden fırlamış gibiydi, karşıdaki ışıklar göz alıcı dursa da plajda ışıklandırma olmadığı için loş kalıyordu.
"Hadi gel." Kapımı açıp elini uzattığında elini tuttum ve yavaşça indim arabadan. Kimsecikler yoktu, ıssız bir plajdı.
"Buranın suyu gündüz turkuaz olur, gece yıldızlı gibi parlar. Banyo suyu kadar sıcaktır her zaman, senin bebek cildin yanmasın diye akşam getirdim. Kavrulursun yoksa tuzundan güneşinden."
Sözlerinden çok beni bu kadar düşünmesi mutlu etmişti beni, beyaz tenim yanmasın diye düşünmüştü yaa..
Bagajdan bir buzluk çıkarttı, birde halı gibi bir şey. Bir eliyle onları taşırken, bir eli elimdeydi. Yere halı gibi olan örtüyü serip buzluğu köşesine koydu, içinden soğuk sandviç çıkartıp elime tutuşturdu.
Birer de bira açtı ikimize, keyif yaptık uzun uzun. Bir anda deli gibi gülerek soyunmaya başladığında öylece kalmıştım, beni de soyarken engel bile olamıyordum.
Kucağına aldığı bedenimle suya koşarken hala gülüyordu, sıcak su bedenlerimizi kaplarken kollarımı sıkıca boynuna doladım. Oktay da kollarını belime sarmıştı, su sıcaktı ama o daha sıcaktı.
Tenime dokunan her bir santimi beni de yakıyordu, ona eriyordum. Eğilip dudaklarımı dudaklarına bastırdım, elleri kalçama indi hızla.
Deniz, manzara, suyun sıcaklığı, ortamın şahaneliği onun yanında hiç bir şeydi. Güzel yüzünü öpücüklere boğdum, kalbi güzeldi en çok ta...
"Oktay, sen mükemmel birisin." Dişlerini gösterecek kadar büyük bir gülümseme oluştu yüzünde.
"Sen mükemmelsin sen, kendine bakmüyün. Kurban olduğum yarenim, gönlümün en güzel sevdası, huzur bulduğum, nefes aldığım, koynunda soluklandığım..." boynuma derin derin öpücükler kondurmaya başladığında bu hiçlikte yüksek sesle inledim.
Sesimle beni iyice kendine bastırdı, boynumu emerken beni de kendine bastırıyordu. Saçlarını tutup yüzünü yüzüme kaldırdım, gözleri yarı kapalıydı.
"Eve gidelim, evimizde olalım. Çok fena yanıyorum, Oktay, sen diye ölmüşüm."
Dudakları buruk bir şekilde kıvrılıp çeneme dokundu, öpücükten çok soluklanmak gibiydi. Nefes alıp bizi sudan çıkarttı ve halının üstüne bıraktı.
Üstüme çıkıp dudaklarımı ve boynumu uzun uzun öptü. O kadar uzun süre öptü ki altımızdaki çamaşırlar kurudu. Oktay'ın telefonu çalsa da bakmamış, hatta umursamayıp boynumu öpmeye devam etmişti.
Gece yarısına doğru geri eve gitmek için yola çıktık, yol boyu elimi, parmaklarımı öpüp durmuştu. Eve geldiğimizde ise hızla duşa girdik, tuzumuzdan arınırken birbirimize dokunmayı da bırakamıyorduk.
Sevişmeye başladıktan kısa süre sonra kapı çaldı ama Oktay yine oralı olmadı. Biz iyice birbirimizde kaybolurken bir kez daha kapı çaldı. Sinirden deliren Oktay'ı sakinleştirip kapıya gittim.
Hiç tanımadığım bir kadındı, o kadar kapılmıştım ki aşka kadının Oktay'ın eskisi olduğunu bile düşünemeyip kapıyı açmıştım. Belimde, elimle tuttuğum havluyla hemde...
Kadın aç gözlerle vücudumu süzerken Oktay'ın sesi geldi odadan. Kadın önce sesin geldiği yere, sonra havluma, en son da yüzüme bakıp şaşkın bir ifadeye bürümüştü yüzünü.
"Buyrun, kime baktınız?" Dedim sert bir sesle. Yutkunup içeri doğru bakmaya çalıştı.
"Oktay'a bakmıştım, içeride mi?" Dudağımı yalayıp içeri baktım, 'sen gelmesen şuan benim içimde olacaktı' diye düşünürken kibarlık olsun diye sordum.
"Kim diyeyim?"
"Sen Yurdagül de, o bilir." Kapıyı kapatıp yatağa girdim, beni yatağa çekmeye çalışan Oktay'a bakıp dudağımı ısırdım.
"Kapıda Yurdagül diye bir kadın var, seni soruyor." Yüzündeki oyuncu ve azgın ifade birden kayboldu.
Korkutucu bir ifadesizlik yerleşirken bana bir aydınlanma geldi, kapaması olan kadındı kapıdaki...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adana Kekosu
RandomAdana'ya tayini çıkan bir sağlık personeli (erkek hemşire) semtin ağır kekosunun gözüne çarpar