Masaya döndüğümüzde iki ufak kutu olduğunu gördük, Muzo bırakmıştı galiba. Kutuyu açtığımda içinde altın bir künye olduğunu gördüm, üstünde 'Gökay' altında ise 'Oktay' yazıyordu.
Oktay'ın künyesinde ise tam tersiydi, çok hoşuma gitmişti bu hediye. Oktay hevesle önce benim künyemi taktı, sonra kendi künyesini.
"İyice keko oldum haa, altın zincir, altın künye... sırada ne var?" Oktay sırıtıp yanağımı öptü ve serçe parmağımı ağzına alıp emdi.
"Şuraya en güzelinden bir şovalye yüzüğü, bileğine altın saat." Altın saat mi, ölsem takmazdım.
"Altın saat falan takmam, yok artık Oktay. O kadar da değil." Bana gülerek bakıyordu, benim için getirdiği kıyafetleri giydiğimden rahatlamıştım.
Açık mavi gömleğin açık yakasından sokulup köprücük kemiğime öpücükler kondurmaya başladı, biraz daha devam ederse bu rahat koltuğa uzanacaktım. Onu hafifçe uzaklaştırdım kendimden, bana koyu gözlerle bakıyordu.
"Allah'ıma çok güzelsin, kokusuna öldüğüm..." içimde büyüyen aşkla boynuna gömülüp ıslak bir öpücük bıraktım.
"Biraz daha bana böyle bakmaya devam edersen soyunup yatarım şu koltuğa..." dudağını ısırıp sertçe çenemden tutup dudağımı öptü. Dudaklarıma dudaklarını sürterek konuşurken eriyordum.
"Teninin bir milimini görenin gözünü yerinden sökerim, yok öyle millete beyaz tenini göstermek." Dudağımı hafif ısırıp beni bıraktı ve acılı ezmeden bir çatal yiyip rakısını içti.
Elimi şalgama attım, soğuk soğuk iyi gelirdi. İlk yudumumla içimi dağlayan acıdan gözlerim yaşardı, yoğurtlu mezeye uzandım. Oktay dürüm yapıyordu, halimi fark etmemişti. Bu yediğim şey daha fenaydı, ciğerim yanmıştı. Ağzımdan bir inleme çıktı acıdan.
"Yavrum, ne oldu?" Ağzımı açtığımda dilim otomatik olarak dışarı çıktı, kesin kıpkırmızı olmuştu. Oktay hemen yoğurt ve salatalık istedi masaya.
Bana yoğurdu yedirirken kaşları çatılmıştı, salatalık dilimini ağzıma itti. Soğuk salatalık iyi gelmişti, gözümden süzülen yaşları şefkatle silip alnımı öptü.
"Kurban olduğum, hala yaniyür mü?" Kafamı iki yana sallayıp gülümsedim, onun ilgisi yoğurttan daha iyi gelmişti.
Kafamı açık gömleğinden koynuna dayayıp derin bir nefes aldım, saçlarımı ve sırtımı okşayışı uykumu getiriyordu. Kokusu içimde farklı yerlere dokunuyordu, daha fazla azmamak için geri çekildim.
Baygın bakan gözlerine bakıp çenesini öptüm, bu hareketimle dudakları kıvrılmıştı. Tabaktaki dürümü bana uzattı, büyük bir ısırık aldığım dürüm acı değildi. Kafamı ona çevirdiğimde beni izliyordu.
"Sırf senin için ilk kez urfa pişti burada, acısız adana gibi... sen yanma diye. Yine yandın ama soracam şerefsizlere ben, acı getirmeyin demiştim." Gülüp dürümüme geri döndüm, çok lezzetliydi.
"Çok lezzetli valla, teşekkürler sevgilim. Beni düşünmen bile yeter." Oktay kendine yaptığı bol acılı dürümü yerken sırıtıyordu, eve gidip dişlerini fırçalayana kadar öpüşmek yoktu artık.
"Ne dedi senin ki?" Bana kaşları çatık döndüğünde gülesim gelmişti.
"Benimki yanımda, kimi diyün?" Gülüp omzumla omzunu dürttüm.
"Şu kadın işte, geldi ya öğlen.." kafasını sinirle yana atıp dişlerini sıktı.
"Geçen eve geldiğinde dediğinin aynını dedi, hata yaptım affet. Bilemedim değerini, bir daha olmaz falan işte. He he, o defter kapandı, yandı, bitti dedim bende. Geri dönüşü olmadığını anlasın diye konuştum ha, başka bir şey gelmesin aklına."
Yüzümde büyüyen gülümsememle onun da yüzü gülmeye başladı, rakımı kafama dikip güldüm tekrar.
"Kıskandım dedim diye hala kıskanıyor değilim, o gün kötü oldum sadece. Artık benim olduğuna eminim, bak içinde ismim olan künye bile takıyorsun. Naber, yanmışsın bana..." sonuna doğru gevşek bir gülüşle şakacı konuşmamla iyice gülüp beni koynuna çekti.
"Aferin, yandığımı sonunda anladın. Gördüğüm andan beri yaniyürüm de dumanım tütmüyür..." koynunda sessizce gülerken kokusunu içime çektim. Bu adam cidden güzel kokuyordu.
"Ben yandıysam sen de yanacaksın, yok öyle tek başına yanmak. Yandıysan yakacaksın kocammm.."
"Kocan sana ölsün ulan.."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adana Kekosu
RandomAdana'ya tayini çıkan bir sağlık personeli (erkek hemşire) semtin ağır kekosunun gözüne çarpar