Sabah Oktay'ın kollarıyla sarmalanmış halde, çırılçıplak uyanmak müthiş bir histi. Gerinmek istesem bile kıpırdayacak halde değildim, birde.... hala içimde olamazdı değil mi?
Kalçamı kıvırdığımda gerçekten de içimde olduğunu fark ettim, kalçamı oynattıkça sertleşiyordum. Elimi kendi sertliğime atıp çekerken kollarını daha da sıkıp kendini bana itti.
Ağzımdan fırlayan inlemeyle uyku mahmuru sesiyle, 'yavrum' diye mırıldandı. Kalçamı yuvarlayıp kendimi çekmeye devam ederken omzuma konan öpücükleri ve içimi sakince doldurup geri çekilen sertliği hissettim.
"Gün hep böyle aysa keşke..." nefesi hızlandıkça hareketleri de hızlanıyordu. Bir süre sonra odada etin ete çarpma sesi ve benim inlemelerim yankılanmaya başladı.
Yine boynuma gömülen Oktay hem emip hem yalıyordu, kulak mememe sürten dişleri ve zevk noktamı ezen aletiyle resmen haykırarak sona ulaştım.
Beni yüzüstü yatırıp üstüme uzandığında içime daha derin girmişti sanki. Hızla git gel yaparken vücudunun titremesini kendi vücudumda hissettim ve içime akan sıcak sıvıyla mest oldum.
"Günaydın, kurban olduğum adam." Hmmlayıp yastığa gömüldüm.
"Bak hele, kalk sana bal kaymak yedirecem bugün. Emminin çiftlikten, kimseye satmiyür adam. Bir oğlanı bir o yiyür, Muzo'ya dedim kahvaltıya çıkartacak." Kapanan gözlerimi aralayıp Oktay'a baktım.
"Oktay, ben kaymak sevmem ki..." kaşları çatıldı.
"Ne demek sevmem, bir kere tat sonra beğenmezsen yeme yine. Bak bunu yiyemezsin hiçbir yerde, bana güven." Kafamı salladım, ona güveniyordum.
Sevmezsem zaten zorlamayacağını biliyordum, midem bulanır diye kıyamazdı kesin. Dediğim gibi de olacağı belli oldu.
"Bak deneyince sevmezsen çıkar hemen, miden bulanır falan... kötü olma sonra. Sana kıyamam, zaten hep kilo vermişsin. Etle besleyecem seni daha, tandır yedirmeye götürecem."
"Tandırda ekmek pişmiyor muydu yaa? Et ne alaka şimdi." Güldü sözlerime.
"Yok gülüm, o başka bu başka. Bu kuyu tandır, o ekmeklik tandır. Et bir pişiyür böyle, sallasan kemikten sıyrılıp dökülüyür. Vallaha akşam mı gidip yesek, ne yapsak?" Gülüp sırtüstü döndüm, Oktay ayağa kalkmıştı bile.
"Gidelim aşkım, gidelim canım. Yiyelim, içelim, gezelim. Bir daha mı geleceğiz dünyaya." Eğilip şap diye bir sesle öpüp giyinmeye başladı, evden ufak tefek sesler geliyordu.
"Giyin gel hadi gülüm, bir karnımızı doyuralım da çarşıya gidelim. Yüz görümlüğünü sipariş vermiştim, dün mesaj attılar hazır diye." Kahkahalarla gülerken kalkıp giyinmeye başladım.
"Ya sen onu unutmadın mı? Şaka yaptım diye elli kere söyledim, gidip altın mı yaptırdın bir de?" Giyinip odadan gülüşerek çıkarken emmi de mutfaktan çıkıyordu ve keyfi yerinde görünüyordu.
Boynunda ufak bir havlu vardı, ellerinde kahvaltılık tabaklarla dışarı giden adama gülümseyerek baktım.
"Abooo, gece halvet varmış. Emmi siksen mutfağa girmez yoksa.." Oktay'ın karnına hafifçe vurup susturdum.
"Çok patavatsızsın aşkım, sussana. Sanki biz farklı mıydık gece, senden böyle hareketler de hiç görmedik tabi." Oktay gülerek bana bakıyordu.
"Yavrum niye keserin sapı bana döndü şimdi, bende seni ellerimle besliyorum ya. Onun bir artı puanı yok mu yani?" Kafamı iki yana salladım umutsuzca, hiç romantik olamayacaktı.
"Neyse, o da bir şey. Bunu bulamayanlar da var değil mi?" Ağzı aralanmış bana bakıyordu, dişlerini sıkıp yüzümü avcuna alıp öptüğünde gülmeye başladım.
"Ben sana gül yapraklarıyla kocam yazmıştım mekanda, onu unutma." Artık ikimizde gülüyorduk.
"Hayır bir kere, m harfine yaprak yetiremeyip koca yazmıştın." Kaşları kalkıp elini bacak arama sokup avuçladı.
"Yiyeceğim şey tek masadakiler olmamıştı, bilerek yazdım belki de."
"Oktay, yapmasana. Bak görecekler, birde kalkarsa rezil olurum." Hafifçe sıkıp bıraktı, tüm yüzüm kıpkırmızı olmuştu.
"Hadi gidelim, elma şekeri seni."
"Doğru, onunda kıçına sopa sokuyorlar." Dediğime gülerek masaya geçtik ve bol kahkahalı bir kahvaltı ettik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adana Kekosu
RandomAdana'ya tayini çıkan bir sağlık personeli (erkek hemşire) semtin ağır kekosunun gözüne çarpar