MUZO'NUN AÇISINDAN
Oktay abi ve Gökay abi içeri girdiklerinde bizi havlularla görüp güldüler, emminin hafif acılı yürüyüşüne de gülüyor olabilirlerdi tabi.
Giyinip yanlarına geçtiğimizde ikisi yine sarmaş dolaştı, Gökay abi bir tuhaftı ama... zayıflamıştı epey. İnsanın gözünde neşesini yansıtan bir parlaklık olurdu ya, onun gözünde o yoktu artık.
Önceleri o kadar neşeli, pırıl pırıl yanan gözler sanki içinde endişenin buruk acı rengini taşıyordu. Gözleri sık sık Oktay abimin yüzünü turluyordu ve derin nefesler alıyordu.
Bir soğuk rüzgar vardı aralarında esen, emmi ile konuşurken gülümsüyordu. Gözlerinde parlamayan gülümsemesi yapay duruyordu, endişeyle emmiye baktım. Başını bir kez eğip anladığını belli etti, adamlara seslenip masayı hazırlattım bahçeye.
Rakı sofrası kurulunca birlikte oturduk, kadehler boşaldıkça diller de çözüldü. Yaşadıkları şey gerçekten yıpratıcıydı, Gül ablamın da kıskanılmayacak gibi olmayan güzelliği geldi aklıma, gülümseyip eskileri hatırladım.
Gül abla ilk anlayan olmuştu emmiye olan sevdamı, beni hep söylemem için cesaretlendirmeye uğraşmıştı. Abisini çok seviyordu, benim onunla olmam için beni cesaretlendiriyordu hep.
Yüzümdeki tebessümle emmiye yönelip yumuşak bir şekilde öptüm dudaklarını çok şaşırmıştı tabi. Kimsenin yanında öpmemiştim onu şimdiye kadar, beni kolunun altına çekip daha sert öpüp bıraktı.
"Ben çok kıskandım, güvenmiyor gibi hissettirdim Oktay'a. O beni orada bırakıp gittiğinde anladım hatamı, geç oldu tabi ama... iş işten geçmişti. Kırılan kalp kolay onarılmıyor." Gökay abi dolu gözlerle sofraya bakıp konuşurken Oktay abim de yutkunuyordu kuru kuru.
"Lan oğlum, siz salak mısınız? Bu ne böyle, o dündü dün... bugün hayatınıza eskisi gibi devam etmeniz gerek. Birbirinize tavır alırsanız öyle gider, Oktay sen de sevin işte. Sevip seviliyorsun, oğlanımdan önce hiç bilmiyordum bu duyguyu bak. Kıskançlıktan gözü dönse sakinleştirir yine öper severim onu."
Emmi beni koynuna çekip sıkı sıkı öptüğünde gülesim gelmişti, iyice aşka gelmişti. Sikilmek yarıyordu belki de, daha çok mu üste çıksaydım.
"Tayfun'um, böyle öpmeye devam edersen çekip altıma alacağım seni yine." Yutkunup kafasını yana çevirdi.
"Bir dur yavrum, gece olsun da ne yaparsan yap." Yüzü hafifçe pembeleşen adama bakıp sırıttım.
"Sende öp yârenini bakayım, yok daha kırgınlık falan. Gökay sende uzatma. Olacak böyle şeyler arada, ot musunuz? Yeri gelecek kavga da edeceksiniz, sonra yatağa gideceksiniz." Oktay abim sırıtıp bana baktı.
"He emmi, şimdi gidek mi yatağa? Bir Muzo değilim ama, ben de az değilim yani." Emmi lavaşla Oktay abiye vurup küfrederken gülmeye başladık.
Kafamız iyice güzel olunca onlara misafir odasını açtım, on dakika olmadan kıkırtılar gelmeye başladı. Emmi sırıtıp beni kendi odamıza çekince dudağımı ısırdım, beni kapıyla arasına almıştı.
"Sen yeterince iyileştin anlaşılan, üç posta atıp hala açsan doyursun Tayfun'un seni. Başka bir yerin aç demek ki..." yutkunup başımla onayladım.
"Sana her zaman açım, şimdi doyursan, on dakika sonra yine desen asla hayır demem sana." Dişlerini sıkarak çenemi sımsıkı tuttu, gözlerimin içine öyle derin bakıyordu ki ağlayasım geliyordu aşkından.
"Tayfun'un canı, kalbi, ilk ve son nefesi.." Beni öyle aşkla öpmeye başladı ki, sanki ilk öpüşmemize geri dönmüştüm.
Parmak uçlarıma kadar yayılan karıncalanma, kalbimin değişen ritmi, ağırca kapanan göz kapaklarım ve titreyen dizlerimle eriyordum kollarında. Gözlerim hafifçe dolmuştu, yanaklarım kızarırken benden ayrılıp yüzümü dikkatle inceledi.
"Tayfun ölmüş yoluna oğlanım..." kollarımı boynuna dolayıp yüzümü gizledim.
"Seni seviyorum..." beni kucaklamasıyla kollarımı sıkılaştırdım. Asla düşürmeyeceğini biliyordum ama böyle taşınırken de garip hissediyordum.
"Seni nefesim gibi seviyorum Muzaffer'im..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adana Kekosu
RandomAdana'ya tayini çıkan bir sağlık personeli (erkek hemşire) semtin ağır kekosunun gözüne çarpar