8.Bölüm : Üç, İki, Bir.
(Yazarın Anlatımıyla)
Salonda iki büyük koltuk vardı. Biri üçlü, biri ikili; biri bordo, biri beyaz. Uraz bir koltuktaydı, Kumru bir başka koltukta. Aralarındaki tek mesafe o iki koltuk değildi o gece.
Aralarında bambaşka mesafeler, soyut duvarlar vardı. Ölçülebilir mesafeler kolaydı, zor olan ölçülemeyenleri aşmaktı.
Ve onlar aşamadılar...
"Anlat," dedi Uraz sarhoş haliyle, "Anlat Kumru? Neyin var?"
Acı içindeydi. Yalnızca biri değil, her ikisi de.
Kumru'dan ses çıkmayınca Uraz acı içinde devam etti.
"Görmüyor musun halimi?" dedi, alkolün etkisiyle ne söylediğinin farkında bile değildi,
"Görmüyor musun ne kadar acı içinde olduğumu? Neden istemiyorsun beni Kumru?"
"Mesele sen değilsin." dedi Kumru, elini saçlarına götürdü, saçlarını kulağının arkasına attı, "Mesele benim." dedi.
Uraz'ın kurduğu cümleler ve ses tonu Kumru'ya kendini öyle kötü hissettirmişti ki bir kez daha emin olmuştu. Uraz'dan uzak durmalıydı... Bunu onun iyiliği için yapmalıydı. Kumru'ya göre Uraz Kumru'nun karmaşık hayatından daha iyisini hak ediyordu.
Uraz acı içinde güldü. Arkasına yaslandığı koltuğa iyice gömülmüştü, dik durmakta ve uyanık kalmakta zorlanıyordu ama burada olmak, Kumru'su ile konuşmak istiyordu.
"Mesele sensin, öyle mi?" dedi Uraz alaycı ve acı bir gülüşle. Kumru başını salladı.
"Benim..." dedim, "Mesele benim var oluşum. Mesele benim hayatım. Mutlu olmayı hak ettiğime inanmadığım bu dünyada birini mutlu edebilmeye çabalayıp, bocalayıp, onun da hayatını mahvetmek istemem..."
Kumru sustu. Uraz ise her şeyi anlamıştı artık.
"O biri..." dedi Uraz sakince, "Ben miyim?"
Kumru başını salladı. Daha fazla beklemek istemedi, beklemek bekletmek demekti ve Uraz'ın zamanından çalmak istemiyordu. Karşısındaki bu genç adamı ne kadar severse sevsin bu duyguları hayatında istemiyordu artık.
"Benim kanatlarım kırılalı çok oldu Uraz," dedi Kumru, "İyileştim sandım ama olmuyor. Benim acım çok derin, yara bandı ile geçmiyor..."
Uraz dolu gözlerle bakıyordu Kumru'ya. Kumru ise önüne doğru eğilmiş, dirseklerini bacaklarına yaslamış, yerdeki halıyı izliyordu.
"Seni tanımadan önceki halim gibi konuşuyorsun." dedi Uraz.
"Ağabeyin iyileşmeden önceki halin gibi," diye düzellti onu Kumru, "Senin mutluluğunun benimle ilgisi yok Uraz. Ben kronik bir mutsuzum. Mutsuzluğumun seni de sarmasına izin veremem. Bensiz daha iyi olacaksın. İnan bana."
Kararlar verilmişti, her şey tartılmış, biçilmişti. Uraz'ın o gece oraya gelmesi yalnızca bir hataydı. Kumru gireceği yolu çoktan seçmişti. O gece orada az şey konuşuldu ama çok şey yaşandı aslında. Cümleler tükendi ama her birinin izi kaldı aslında.
Uraz o evden yalpalayarak çıkıp gitti, merdivenleri ağır ağır indi, mat olmuş hissederek çıkıp gitti o binanın kapısından. Onu arabalarının önünde bekleyen ağabeyine sıkıca sarıldı. Sessizce ağladı. Bitmişti, artık bunu biliyordu.
Bu Uraz için ikinci bir enkazdı. Enkaz önce onları bir araya getiren yerin adıydı, şimdi ise Kumru Uraz'ın enkazıydı...
Uraz, bindiği arabanın içinde ağabeyi ve arkadaşlarıyla o sokaktan uzaklaşırken Kumru ise tülün arkasında onları izliyordu. Uraz'ın Araz'a sarılışını gördüğü an gözünden akan birkaç damla yaşı silmiş, perdeyi tülün üzerine kapatıvermişti.
Üzerine perde kapatmak istediği çok şey varken bu onlardan biri değildi oysa. Yine de bunu kendi elleriyle yapmıştı. Kendisine dair sevdiği nadir şeylerden birini, Uraz'ı kendisinden uzaklaştırmıştı.
Mutfağa doğru ilerlerken bitkindi, içindeki üzüntü onu hasta edecek boyuttaydı. Kendisine bir bardak süt aldı ve ışıkları kapatıp yatağına geçti Kumru. Karanlığın ortasında oturdu ve ağlaya ağlaya içti o bir bardak sütü.
Annesinin hastalığı ve ondan duydukları, içinden çıkamadığı acımasız depresyon ile birleşince iyileşmek üzere olduğuna inandığı kanatları tekrar kırılmıştı. Halbuki aylarca komada kalmış, uyanınca her şey yeni başlıyor sanmıştı. Oysa hiçbir şey bu kadar kolay olmayacaktı.
Dünya onu mat etmişti...
-
(Sabah, BRONEX Stüdyoları)
Kumru stüdyoya herkesten önce gelmişti. Gece sabaha kadar oturup düşünmüş, içindeki tilkiler birbirlerini yemişti. Sis doluydu kafasının içi, bir düşünce bir diğeri ile tartışıp duruyordu sanki.
Şirkete herkesten önce gelmiş, uzun ve tenha koridorlarda tek başına yürümüştü. Nereye gittiğini biliyordu ama sebebi haşa net değildi. Kafasında dönen o şeyi gerçekten de yapmalı mıydı?
Geniş, yeni ve modern kapının önünde durdu. Elini kaldırıp kapıya doğru yaklaştırdı ama kapıya bir türlü vuramadı.
"Sakin ol," dedi kendi kendine, "Sakin ol."
Narin eli kapıyı üç kere çaldı ve içeriden bir ses duyuldu.
"Girin!"
Bu Suat Karen'in sesiydi, yarışmanın hem prodüktörlerinden biri hem de sunucusu...
Adam karşısında Kumru'yu görünce şaşkınlıkla kaşlarını çattı. Bu saatte bir yarışmacıyı karşısında görmeyi beklemiyordu tabi ki.
"Kumru..." dedi, "Kumru Sonat. Erkencisin! İçeri gel."
"Günaydın," dedi Kumru buruk bir sesle, "Biraz erken geldim..."
İçeri girip kapıyı arkasından kapattı ve adamın eliyle gösterdiği deri bordo ofis koltuklarından birine geçti.
Geniş cam akvaryum, uzun ceviz masa, duvarlardan birini boydan boya kaplayan cam kitaplık odaya bambaşka bir hava katmıştı.
"Ne içersin, bir şey söyleyeyim mi?"
"Hayır, hayır, teşekkür ederim." dedi Kumru.
"Ah, pekala. Bir sorun yok, değil mi?"
Kumru birkaç saniyeliğine kucağında duran ellerine baktıktan sonra başını kaldırdı. Tereddüt etse de söylemek istediği şeyi söylemeye kararlıydı.
"Ben..." dedi.
"Çekinme," dedi Suat Karen, "Bir sorunun varsa konuşabiliriz Kumru."
"Ben..." Derin bir nefes aldı ve odanın sessizliği içinde o hiç beklenmedik cümleyi kuruverdi, "Ben yarışmadan çekilmek istiyorum, Suat Bey."
"Ne?"
"Yarışmadan çekilmek istiyorum," dedi bir kez daha, "Yarışmak istemiyorum..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Enkaz Altındakiler
Teen FictionGözlerinizi açtığınızda yıkılmış bir evde uyanacaksınız. Tek çıkış yolunuz yerin altı olacak. Kendinizi bulduğunuz çıkış noktası her bir yanı kameralarla çevrili, her yeri izlenen bir plato. Tek amacınız ise alandaki ipuçlarını takip edip evinizi bu...