Kimse duyarsa?
Kimse duyamaz.Öyle bir sessizlik ki benimkisi; dışım sükut, içim kıyamet...
Okulu neden mi sevmiyorum? Çünkü erken kalkmak oluyor. Ve sadece bu bile beni delirtmeye yetiyor. Saat 10'da açılsa olmaz mı yani? Sabahın 08.30'da ne işimiz var bizim okulda?
Annem de bir diş doktoru olduğu için erken kalkmış. Beni de kaldırdı tabii. Acaba okulda nasıl tepkiler görecektim? Sonuçta konuşamıyordum, hiç arkadaşım da yoktu. Bir sürü tepki yani.
"Doydun mu annecim?"
Zaten aç değildim ki anne. Zorla yedirttirdin beni. Neymiş? Aç açına ders dinlenmezmiş. Dersi dinleyeceğimi kim söyledi ki sana?
Elimi kaldırdım. Gerçi artık elimi kaldırdım dememe gerek yok. Cümleyi söylesem işaret dilimle söylediğimi anlarsınız artık. Sonuçta konuşamıyorum. "Doydum anne"
"Hadi o zaman, okula geç kalma"
Yemek masasından kalktım. Montumu giyip kolumun birine çantamı taktım. Annem bulaşıkları bulaşık makinesine atınca evden çıktık ve asansöre bindik.
Bu asansör neden bu kadar yavaş hareket ediyor ki???
"Bak derslerini güzek güzel dinle. Üniversite sınavında güzel puanlar. Al"
Size bir şey söyliyim mi? Benim en büyük hayalim öğretmen olmaktı. Ama söylesenize bana, öğretmen olursam nasıl çocuklara ders anlatacaktım? İşte ben bunu fark ettikten sonra hayal kurmayı bıraktım. Ders çalışmayı da bıraktım tabii.
Asansörden çıktığımızda siteden de çıktık. Annem arabasına doğru gitti ve kapısını açtı. Benim okulum yakın olduğu için ben arabayla gitmeyecektim. "Seni bırakmamı istermisin"
"Hayır anne, ben kendim giderim" diyip elimi indirdim ve ceplerime soktum. Çünkü hava soğuktu.
Annemi dinlemeden bu yabancı sokaklarda, kaldırımlarda yürümeye başladım. Sağa döndüğümde tam önümde, siyah saçlı, uzun boylu bir çocuk vardı. Arkasından gördüğüm için yüzünü tarif edemiyordum. Ama onun da kolunda çanta vardı. Sanırım o da okula gidiyordu.
Bana hangi okula gidiyosun diyorsanız eğer; çapa Fen lisesine gidiyorum.
Tam da gideceğim okula gidiyordu çocuk. En sonunda onu takip ediyormuş hissinden kurtulmak için soldaki kaldırıma geçtim ve ondan daha hızlı yürümeye başladım.
Okulumuzun önüne geldiğimizde sağdaki kaldırıma geçip okula girdim. Her yer öğrenci kaynıyordu ama ben kendimi yalnız hissediyirdum. Yahu ben, yalnızlık denen şeyle sanki evlendim. Her gün koynumda.
Üst kata çıktığımda sonunda 12/C sınıfını gördüm ve direk girdim. Şimdi buradaki 12. Sınıflar kendilerini kurtlar vadisindeki alendar, memati gibi hissediyorlardı yalnız benim hissettiğim tek şey yalnızlıktı.
En sondaki sıraya, cam kenarına oturdum. Çantamı sıramın arkasına astıktan sonra camdan dışarıyı seyretmeye başladım. Kızlar voleybol oynuyorlardı. Bu kimin umrundaydı ki?
Sınıftaki bir kaç kız da bana bakıp bakıp gülüyorlardı. Bu da insanın sinirini bozuyordu. Şimdi dönüp ne bakıyorsunuz? Demeyi çok isterdim. Ama kopasıca dilim hiç bir ses çıkartamıyordu.
Siyah saçlı, yeşil gözlü, beyaz tenli, uzun boylu bir erkek bana doğru geldiğini görünce, bu sabahki gördüğüm çocuk olduğunu anlamam geç olmadı.
"Burası benim yerim" dedi çocuk.
Ama buraya ilk ben oturmuştum. Tabii ki de bir ilk okul çocuğu gibi onunla kavga etmek istemiyordum ama konuşamıyorum diye de her şeye susamazdım. Elimle sırayı gösterdim ve sonra da kendimi gösterdim. Çocuk şaşkın şaşkın ne dediğimi anlamaya çalışırken. "Ne?" Dedi. "Konuşsana kızım dilini mi yuttun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kimse duyamaz...
Adventurebabasının ateşler içinde bedenini gören zeynep. artık hiç konuşamaz olmuştur. bakalım zeynep hayatının geri kalanını sessiz bir sekilde nasıl devam ettirecek?