0.6

42 12 26
                                    


2 mart 

"hanımefendi! suyu unuttunuz." son teslimatımı yaptığımda saat gece üçü geçmişti bile. kendimi apartmanın merdivenlerine attım yorgun yorgun.

bugün cumartesi. her zamankinden daha çok çalışmıştım, sıfır mola. annem duysa.. kesinlikle gurur falan duymazdı. bacağıma vururdu yalandan da olsa. kafaya vurmak zararlıymış.

kollarımı kaldırmaya mecalim yoktu. eve gitmeye de. motora binmek, sürmek, eve girmek, yatağa ulaşmak gözümde büyüdükçe büyüyordu.

bacaklarım birazdan bağımsızlığını ilan edip beni terk edecek gibiydi. ellerimle destekleyerek ayağa kalkmaya çalıştım.

kendimi eve gitmeye ikna etmişken aklıma evin yakınındaki park geldi. belki ağlamak bana da iyi gelirdi? kes zırvayı.

işin tuhaf yanı, parkın çevresinden dolanırken yine görüyorum onu. ağlıyor. tüm gece ağlıyorsa, okulda bu kadar güzel olmayı nasıl başarıyor? öğlen yemeğinde sormak için not etmeliyim bunu.

motoru durdurup hıçkırıklarını daha iyi duymak için yaklaşıyorum. bir şey beni yanına gitmem için dürtüklüyor. ne yapabilirim ki? ben yalnızca fakir, ona buna diklenen bir salağım. muhtemelen komik gözüktüğümü düşünüyordur. yanına gidip elimi omzuna koymam hiçbir şeyi değiştirmeyecek.

o sırada nerden çıktığını anlamadığım iki adam ona yaklaşıyor. başta fark etmiyor. fark ettiğinde, artık çok geç. adamlardan biri boğazını sıkıyor. hissedebiliyorum. bunlar yejun ya da itleri değil. onlara hiç benzemiyorlar. neredeyse iki katım falan olmalılar.

"para nerede?" daha fazla ağlıyor, özür dilemeye çalışıyor. liseli ergen hâliyle neye bulaşmış?

adam yüzüne bir yumruk attığında sarsılıyorum. bir şey  yap. yapamam. dayak hakkında ne biliyorum ki salak yejun'u tokatlamaktan başka?

diğer yumrukla kendime geliyorum. saklandığım yerden fırlayarak ortaya atlıyorum. bir kahraman gibi dikilmeye çalışıyorum. boğazımı temizleyip, "bırakın onu." diyorum.

bana bakıyor. dudağı ve kaşı patlamış, burnu kanıyor. korku dolu bakışları değişmiyor. bu sefer onu kurtaracağımdan emin bile değilim.

adamlar gülmeye başlıyorlar. "bu sümüklünün aşkı falan mısın?"

diğeri ciddileşiyor. "bize kafa tuttuğunun farkında mısın?"

sorun nedir, diye sormak geçiyor içimden. tatlı tatlı halletmek. bunun yerine bir yumruk geçiriyorum uzun saçlı adamın karnına. "sakalların hoşuma gitmedi." bunu ben bile beklemiyordum.

beklemediği için sendeliyor, ama öküz vücuda koymuyor acı. tekrar ayaklanıyor. küçükken babamdan öğrendiğim teknikleri düşünüyorum. uçan tekme, bilmem ne yumruk. annem engellemeseydi, belki daha fazlasını biliyor olabilirdim.

derken diğer adam boş durmuyor. üzerime atlayıp yüzümü yumruklamaya başlıyor. aradan sıyrılıp sırtına çıkıyorum. boyu şakasız iki katım. ayağa kalktığında dünyaya bakıyorum. hiç bu kadar yukarıdan izlememiştim onu.

vakit kaybetmeden boynunu sıkmaya başlıyorum. kafası komple kırmızıya bürünüyor. diğer adam da üzerime gelince üzerinden atlayarak arkadan bir tekme atıyorum. diğerinin boynuma yönelen elini iki elimle sıkıyorum. arkaya doğru kıvırıyorum. o sırada yandan gelen bir darbe kafamı kumla buluşturuyor.

tekrar kendime geldiğimde parlak saçlı çocuğun adamla boğuştuğunu görüyorum. kulağını ısırıyor. istemsizce gülüyorum ve yanına gidip adamın kasıklarına geçiriyorum.

sonuç olarak; jia ve adını bilmediğim parlak saçlı çocuk 1 ismini cismini asla bilmediğim parkta karşılaştığım parlak saçlı çocuğu dövmeye yeltenen biri iğrenç sakallı iki adam 0

güzel bir kazanç.

seslice aldığımız nefesler birbirine karışıyor. kollarımı esneterek dudağımdaki kana dokunuyorum. "anlatacak mısın yoksa hayatıma kendimin iki katı adamı neden dövdüğümü bilmeden mi devam edeyim?"

gözleri doluyor. "önce buradan gitsek?"

our way out | bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin