3.4 | fınal

29 9 25
                                    


koşarak çıkıyorum evden. olanlardan habersiz uyuyan min jun'u düşünmeye vaktim olmuyor. haklıydı. ren haklıydı, birinin ölümüne sebep olmak kalkışabileceğim işlerden değil.

gözlerimden süzülen yaşlar kim için bilmiyorum. ren için? pembe saçlı kız için? min jun için? kendim için?

taksiye elimdeki zarfın üzerindeki adresi okuyorum. orada olmasını umuyorum, başka çarem yok.
zamanım da.

geç kalmış olmak beni korkutuyor. oysa yaptığı tüm pislikler ondan ölesiye nefret etmeme yeter de artar bile. yapamıyorum. ben bu kadarım.

araba durduğunda koşarak yandaki eve ulaşıyorum.
no 19
yumruklamaya başlıyorum hızla. "kimse yok mu? renjiro! ben geldim, aç kapıyı!" açılmıyor. gerçi açılsa, ne diyecektim ki? benden beklediği gibi özür mü dileyecektim ondan? yoksa üstüne bir tane daha mı vurmalıydım? hiçbiri. ben sessizce duran ama hiç gitmeyendim. bunu ren için de yapmalıydım. hepsi salaklığımdan

kapının arkasında havlayan köpekle içimde tekrardan bir şeyler yanıyor. yalnız olamaz. "kapıyı açın! kimse yok mu?!" tekrar yumruklamaya başlıyorum. çaresizce etrafıma bakıyorum, gökten anahtar yağmasını umuyorum.

kenarda duran metal çöp kovasını kaldırıp kapıya vurmaya başlıyorum. faydasız. girişi tekmeliyorum, sonuç yok. arkaya doğru gidiyorum, kenarda duran inşaat malzemelerine bakıyorum. metal ince bir kağıdı alıp geri dönüyorum.

çilingirlikte yaptığım gibi yapmaya çalışıyorum, araya sokup sola kıvırıyorum. sonunda oluyor. metali kenara fırlatıp bana tamamen yabancı evde koşuşturmaya başlıyorum. köpek beni yukarı kata çıkarıyor, tüm ev ustaca dizayn edilmiş. hayatım boyunca böyle bir olay olmasa adım atamayacağım türden bir ev.

yukarı katta buluyorum onu. yerdeki kanlar neredeyse kurumaya başlamış. serinkanlı olmaya çalışıyorum, dudaklarımı ısırıyorum. yanına oturuyorum, kanların tam ortasına.

bileğini alıp sıktığımda hareketleniyor. heyecanla yüzüne bakıyorum, "ren, bana bak."

gözleri yavaşça aralanıyor, gözaltları ağlamaktan şişmiş. "jia..neden geldin?"

bileğini bırakmadan arka cebimden telefonuma uzanıyorum. ambulansı arıyorum, umutsuzca etrafıma bakıp onun telefonunu arıyorum. "ailen nerede?"

"neden geldin?"

"kafayı yiyeceğim. seni kurtaracağım ren, tamam mı?"

"yaptıklarıma rağmen mi?"

"yaptıklarına rağmen."

"ben yapmazdım. öylece ölmesini isterdim. seni biraz da bu yüzden seviyorum sanırım." ironik geliyor. bu hastalıklı sevgiye verebileceğim bir cevabım yok, sadece uzun bir süre yastığıma sarılıp ağlama dürtüsüyle doluyum.

ambulans geliyor, ailesi japonyadan gelmek yerine onu yanlarına getirtmeyi daha mantıklı buluyorlar. sürece karışmıyorum, onu son kez bile göremiyorum. o hastaneye giderken geri taksiye binip eve dönüyorum.
parka doğru gidiyorum. uzun bir sessizlikten sonra avucumun içini ağzıma bastırarak ağlıyorum. son günlerde otuz yıl yaşlanmış gibiyim. bu hayat belki benim de kaldırabileceğimden fazladır. ama yapmıyorum, yaşamaya son vermenin ürkünçlüğünü yenemiyorum. böyle olması için mutlu mu olmalıyım? neden diğerleri de öyle değil? neden ren için değil?

saatlerce ağlıyorum. annem için, babam için, asla kurtaramadığım kayıp ailem için. min jun için, uzunca ağlıyorum. başka bir dünya hayal ediyorum, min jun elimden tutuyor. pembe saçlı kız dostum, annem ve babam arkamızda. sonra siliyorum yaşlarımı. sessizce eve girmeye çalışıyorum.

yarısı kan olmuş tişörtümü çıkarıyorum. hava her zamankinden daha sıcak sanki. oysa yaz ayına girmedik bile. min jun'un yanına çömeliyorum. aniden gözlerini açmasıyla irkiliyorum. "neredeydin bunca süre boyunca?"

kendimi kısa, çok kısa bir süre evliymiş gibi hissediyorum. sonra yerinde doğrulan sevgilime yavaşça sarılıyorum. hıçkırıklarım birbirini takip ediyor. "jia..bana bak."

kafamı kaldırıyorum. olayları dinlerken sadece kafasını sallıyor yavaşça, belki de ellerimdeki kan lekelerinden her şeyi zaten anlamıştır. "biliyor musun, kendime çok kızıyorum."

yapma, diyesim geliyor. artık kimse kötü bir şey yapmasın. kimse kendine zarar vermesin. seni de alayım min jun, gidelim buradan. çıkış yolumuzu yaratalım, birbirimizi asla terk etmeyelim.

"seni bu kadar geç tanıdığım için." parmakları saçlarıma gömülüyor, kafamı göğsüne yaslıyorum.

"üstüne kalan her dakikamı sana ayırmadığım için."
bu sefer kafamı kaldırıp dudaklarını öpüyorum, gözyaşının tadı dudaklarından bana geri dönüyor.

"keşke herkes seni benim gözlerimden görebilseydi."
duraksıyorum, unutmamış. gerçekten benim gibi, şarkıyı defalarca dinlemiş mi? ona eşlik edip devam ettiriyorum. "dünya bize karşıysa, savaşırız."

dudaklarıma bakıp kaşlarını çatıyor. "bunu yeterince yaptığımızı zannediyorum, artık şişko dünyayla barışma zamanı."

gülümsüyoruz, dudaklarımız tekrar buluşuyor. burnuna değmeden onu iyice kendime çekiyorum, ellerini çıplak göğsümde gezdiriyor. sonunda nefes nefese kalıyoruz.

"kendimi kaybettim sanırım min jun." soluklarımız düzene girerken bu sefer o göğsüme yaslanıyor. ben de hep hayalini kurduğum sahneyi canlandırıyorum. ellerimi saçlarına koyup parlak tutamlarla oynuyorum.

"ama bunun pek önemi yok, sana aşığım."

--

fınıshhh
nasıldı eglendık
bayılıyorum bu tur
yazmaya hıc
okunmasa bıle
ben boyle devam ya
okuyan okurlara (3)
opucukkk

ha bu arada
domuz anandır ren

our way out | bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin