0.9

29 12 12
                                    


5 mart 

tak tak tak.

ölü taklidi.

tak tak tak.

vazgeçmiyor şerefsiz. "hey yun jia! içeride olduğunu biliyorum, aç şunu."

tabii ki içerideyim seni psikopat. işten yeni geldim ve izninle, uyumaya çalışıyorum. saate göz atıyorum. 07.45

sikik. biraz daha uyuyabilirdim okuldan önce.

sesler kesildiğinde ayaklanıp kapıya gidiyorum. bir adam, bir de o var. alakayı anlayamıyorum ama belli ki o da bilmiyor. "neler oluyor?" üzerimde hâlâ okul forması var.

"vaov. bu hoşuma gitti." adam beni kenara itip içeri adımlıyor. uzun boylu ve yapılı. dövdüğüm adamlardan farkı yok. kaşında ve kulağında piercing var. ayrıca boynuna kırmızı 'danger' dövmesi yaptırmış. olaya bak?

ona bakıyorum anlamsızca. "lütfen babam değil de."

"saçmalama tabii ki babam değil." gözleri büyüyor. "kim olduğunu bilmiyorum. sadece.. okula beraber gideriz diye düşünüp sana mesaj atmıştım. bakmayınca meraklandım."

duruyorum. bir şeyler söylemek istiyorum ona. teşekkür etmek belki. kalın ses tüm havamı bozuyor. "tüm gün seni bekleyemem yun jia. bir sürü müşterim var."

onu içeri alıp kapıyı kapatıyorum. sandalyeye çöküp doğrudan iğrenç dövmeli adama bakıyorum. "kimsin ve burada ne işin var?"

"ah, üzgünüm. evet evet teşekkür edebilirsin, ben seni buradan kurtaracak o meleğim." buradan derken odamı- evimi gösteriyor tiksintiyle.

"kang ji-min. siz kısaca jim deyin." bana dönüyor. "o adamları nasıl benzettiğini gördüm. tesadüfen. ve benim için dövüşmeni istiyorum. maç başına yüz dolar. her yenilgi için hatırı sayılır bir bahşiş."

anlamsızca bakmaya başlıyorum. dövüş? ben? garip değil. garip olan daha çok yüz dolar. yirmi beş dolar için tüm gece çalıştığım günler çok da uzakta değil.

"boks işindeyim yaklaşık on yıldır. bilmen gerekir ki, bu işte ciddi paralar dönüyor. kuryelik yaptığın her yirmi dört saati dövüştüğün yarım saate falan sayabilirsin. yetersiz mi?" kuryelik yaptığımı nereden biliyor? bir şey demiyorum.

"ülkenin neredeyse her yerinde bir stadyum var. o yüzden yerleri tek tek saymayacağım. ama asıl mekan buraya çok uzak değil. kafanızda yanlış bir algı oluşmasın. amacım seni dünyaya tanıtmak falan değil. seni zırvalıklarla kandırmayacağım. amacım ikimizin de hatırı sayılır paralar kazanması. sezon üç gün sonra açılacak ve toplam üç ay sürüyor. kendini hızla geliştirmen gerekecek demek bu. beni değerlendirilecek bir fırsat olarak görmelisin, yaşadığın şartlar göz önüne alınırsa. ama ölürsen," duraksamıyor. "umurumda olmaz. mezarını kazmak için kendine başkasını bulman gerekir. ne diyorsun, aklına yattı mı?"

ona bakıyorum. kafasını sallıyor. bu delilik. "maçların olduğu yere sen mi götürüp getireceksin?"

"küçük bir minibüsüm var. geçen adamları dövdüğün park buluşma alanımız olabilir." ona dönüyor. "ismin ne minik çocuk?"

heyecanla bekliyorum. çekiniyor. "kim min jun." kim min jun.

"hırslı biri olduğun ortada jun, katılmak istersen seni de almak istiyorum. jia kadar dövüşemesen bile ayakta kalman yeterli, bir maçta elli dolara kadar bahşiş toplayabilirsin." anında bu konuşmaya son veresim geliyor. işin doğrusu, dayanabileceğini düşünmüyorum.

"adamın kulağını ısırırkenki cesareti insanlara gösterebilirsen seni severler. ve bu para demek. parayı istiyor musunuz?"

birbirimize bakıyoruz. konuyu devralıyorum. "biraz düşünmemiz lazım."

hızla kafasını sallıyor. "düşünmeye zaman yok. her hafta farklı biriyle dövüşeceksiniz. yani bir hafta karşılaştığın deli bir dana olurken diğer hafta çok dayanıksız biri olabilir. şahsen, küçük bir umut olsa da minjun'un kazanabileceğini düşünüyorum."

"kabul ettikten sonra cayarsak ne olur?" hâlâ tam kavrayamadığım bir sürü şey vardı.

"bana yeni bir eleman bulmanız gerekir. ekstra ödeme alırım. bunu yapmak istemezsiniz. çünkü sizi sevdim ve eğer kabul ettikten sonra beni bırakırsanız, işler değişir. benim gibi birini düşman edinmek istemezsiniz."

göz devirmemek için zor duruyorum. ama o ciddiye benziyor. "yarına kadar vaktiniz var. yarın gece parkta buluşuruz."

"gelmezsekk ne olur?" bir anda konuşunca irkiliyorum.

"bunu saygısızlık kabul ederim küçük adam." onu geçirmeye gitmiyorum. kapı kapandıktan sonra bir süre öyle boşluğa bakıyoruz. sonra birbirimize. bir boşluğa, bir birbirimize. ikimiz de aynı şeyi düşünüyoruz. bu parayla hayatımız kurtulabilir. "babanın borcu ne kadar?"

"saçmalıyorsun."

"tek bildiğin sözcük bu galiba."

"senin tek yaptığın bu olduğu için." bana kafa tutması hoşuma gidiyor. sinirli olabilir, bu, tatlı olmasına engel değil. "söylesene şunu."

"beş yüz dolar."

"uzak bir hayal değil."

"mantıklı olmadığını sen de biliyorsun."

gülümsüyorum. "yaşadığımız hangi şey öyle ki?"

--

hıkayenın
tepetaklak olacagı
yerdeyız

our way out | bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin