3.2

16 9 6
                                    


27 nisan


sonunda geldik.

büyük maçın yapılacağı arenadayız.

seyirci iki sevgilinin birbirine olan dövüşünü izlemek için saniyeleri sayıyor.

min jun bana bakarak gülüyor, "maçtan sonra yaralarını öperek iyileştirmemi isteyeceksin."

gülüyorum. umarım öyle olur.

böyle olmasını sağlayabilirim. yine de bunun dayak yemekten bile daha kötü olduğunu biliyorum. sonunda dövülen yine ben olacağım.

ringe çıktığımda ayaklarım birkaç saniye için basmayı reddediyor. yalpalıyorum. izleyen insanlara takılıyor gözüm, aralarında ren'i arıyorum. yok. yapması gerekeni yapıyor. maç daha başlamadı ama insanlar çıldırmaya başlamış bile.

min jun'a bakıyorum, gözlerinin içine. kendinden çok emin. ama hamlelerini kolaylıkla alt ediyorum, havayı dövüyor yumrukları.

sonrasında ona biraz tolerans sağlıyorum. karın boşluğuma ve göğsüme iki yumruk yiyorum, hepsi boş. tokat etkisinden fazla acıtmıyor. bunu fark ettiğinde kaşlarını çatıyor. dişlik konuşmasına engel oluyor.

seyirciler bağırıyor. ilk raundun sonunda hakem bizi uyarıyor. kan görmek istiyorlar.

sistemim alt üst olmuş durumda. sıkıştırılıyorum. elimden başka bir şey gelmiyor, vuruyor gibi yapıyorum. min jun yalpalıyor. uzanıp tutmak istiyorum, acıttığım için binlerce kez özür dilemek belki.

yapamıyorum. kalabalığın sesi yükseldikçe bir tane daha vuruyorum min jun'a. maçı birimiz almak zorunda. buraya kadar boşuna gelmiş olmak beni korkutuyor.

sevgilime vuruyorum. senenin başından beri dikkatimi çeken, ilklerimi yaşadığım çocuğa. yüzünden kanlar süzülüyor, umursamıyor. hırsla bana vurmaya devam ediyor. yapamıyor, her hareketini engelliyorum.

keşke yeterli olsa. son raundda kollarına vurmaya çalışıyorum. karnının acıdığını biliyorum, minnacık ve dayanıksız karnı. hep dokunmak istemiştim, bu şekilde değil.

yumruğum ona doğru giderken birden oluveriyor. burnu şiddetle elime çarpıyor. sesi duyuyorum, ne olduğunu bilmiyorum. kestiremiyorum. canım yanıyor.
bana vurulmasından daha çok yanıyor. insanlar bağırıyor, bitir işini

siktir ediyorum ve yanına eğiliyorum. "iyi misin?" gibi bir şeyler geveliyorum. kıvranıyor. ağlayasım geliyor.

burnundan oluk oluk kan sızıyor. ağzımdakini tükürüp bağırmaya başlıyorum. "yardım edin!"

elimdeki lanet boks eldivenleri yüzünden kucağıma alamıyorum. ona dokunamıyorum. hakem gelip kolumu tutuyor. sinirden kuduruyorum. "bana doktor bul siktiğim!"

insanlar beni alkışlamaya devam ediyor. boks eldivenleriyle onu yerden kaldırmaya çalışırken sedye geliyor. rahatlıyorum, az da olsa.

revir bana yeterli gelmiyor. hastaneyi arayıp bir ambulans istiyorum. pardon, dileniyorum. çünkü bulunduğumuz yerin şehir dışında olduğunu, oraya kadar gelemeyeceklerini söylüyor şerefsizler.

jim'e bakıyorum. bana uzattığı parayı umursamayarak, "bizi hastaneye götür." diyorum.

biraz düşündükten sonra kafasını sallıyor. dönüp min jun'un yanına gidiyorum. uyanmış.

"yüzüne bakmaya utanıyorum min jun.. gerçekten."

uzanıp gözyaşlarımı siliyor. "böyle olmasını ben istedim."

"olsun." diyorum. olsun. bu bir bahane değil. burnuna geçiçi bir bandaj takılmış. onu kucaklıyorum. boynuma sarılıyor. burnumdan soluyorum resmen.

"sorun yok, jia-ya." diyor fısıldayarak. "sorun yok."

hastanede durmak istemiyor, neyse ki burnu o kadar zarar görmemiş. korkudan ölmek üzereydim.

jim bizi eve bırakıyor. min jun baygın baygın yalpalıyor. onu yatağa yatırıyorum. "üzgün değilim tamam mı, kendime gelince konuşacağız." gibi laflarla beni teselli etmeye çalışıyor.

uykuya dalmasını izliyorum usulca, ilaçların etkisiyle kolayca uyuyor. yerde oturmuş acıyan gözlerimi ovuştururken gözüme kapının önündeki zarf ilişiyor.

anlamsızca elime alıyorum. bir önünü bir arkasını çeviriyorum. min jun'un mu acaba derken açıp okumayı nihayet akıl edebiliyorum.

our way out | bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin