1.7

21 9 3
                                    


17 mart


şiddetli bir ağrıyla uyanıyorum. üzerimde sadece dünden kalan şort var ve yapış yapışım. gerçek anlamda.

saate bakıyorum, öğlen olmuş bile. okulu boş veriyorum. elimle kafama vuruyorum birkaç kez, sanki ağrıyı alabilecekmiş gibi. yapamıyorum. kendimi soğuk suyun altına bırakıyorum. ancak duştan çıktıktan sonra fark ediyorum evin hâlini, tanrım.. ne olmuş burada?

belki de daha önemli soru, burayı kim bu hâle getirdi? üzerime geçirmek için en sevdiğim ördekli tişörtümü arıyorum, yok. lanet olası. dağınıklığı daha çok dağıtıyorum. taktıkça takıyorum, sanırım kafayı yedim.

içkinin böyle bir yanı olabileceğini hiç düşünmemiştim. dün her şey ne güzeldi oysa. sahi, dün ne oldu ki?

zorluyorum, beynimin tüm odalarına girmeye çalışıyorum. olmuyor. bazıları içeriden kilitlenmiş. elimde olan tek bilgi dün dövüşe çıktığım. çıktığımız.

kapı çalıyor. min jun gelmiştir belki diye hızla açıyorum. üzerim hâlâ çıplak, altımda ördekli pijamanın altı var. lanet.

onu görünce kan beynime sıçrıyor. o ise tüm durgunluğuyla elindeki sandviçleri havaya kaldırıyor. "içeri gelmeme izin yok mu?"

sandviçler aklımı çeliyor. oysa bu geri zekalının benim evimde işi ne? kapıyı sonuna kadar açıyorum, besine ihtiyacım var.

içeri girip sandalyenin birine çöküyor. ev, umurunda değil. sürekli bana bakıyor, bu çocuk yüzünden göz kontağı sorunum oluşabilir her an.

sandviçin birini elinden alıyorum. "dün oradaydın, değil mi?"

hızla yemeye başlıyorum, yeşillik, beyaz peynir ve salatalık. mis gibi. içine zehir koymadığından emin değilim ama umurumda değil.

beni şaşırtmıyor. "oradaydım."

birden çok ilgimi çekmeye başlıyor konuşma. "neler yaptım? anlat hemen."

gülüyor yine hafifçe, benim güldüğüm gibi değil ama. bir şey onu zorluyor sanki. "fena sarhoş olmuşsun anlaşılan, bu hâlde eve gelmeyi nasıl başardın yun jia?"

duruyorum. nasıl geldim? min jun? o getirmedi mi beni buraya? salak. salaksın. "jim falan bırakmıştır herhalde, ne önemi var."

yine aynı gülüş. çok sıkıldım. "anlatmayacaksan siktir git japonyalı."

bozmuyor. "dün fena dağıttın jia, bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?" düşünüyorum, kendimi zorluyorum. ONUNLA YATMADIK DEĞİL Mİ?? BUNUN ANLAMI NE? BU GERİ ZEKALIYLA YATMADIM DEĞİL Mİ???

sandviçi kenara bırakıp ona yaklaşıyorum. "eğer gerçekleri hemen anlatmazsan seni şuracıkta öldürürüm." sesimde titreme yok, son derece ciddiyim.

bana bakıyor, doğrudan bana. "umurumda mı sanıyorsun? kendimi şu pencereden sallandırabilirim ve hiçbir şey umurumda olmaz. sen hariç."

hoşuma gitmiyor, bu çocuğun nesi var? neden saçma sapan konuşuyor sabahtan beri? cidden yattık mı? işte o an dank ediyor. daha kötüsü. pembe saçlı kız. dudaklarımız. vücutlarımız. önüme gelen her şişeyi diklemem.. kim min jun. küçülerek bakan gözleri.

hızla ayağa kalkıyorum. japonyalıyı evimden dışarı itiyorum. "yun jia! bekle."

bekleyemem. daha fazla bekleyemem. çok geç kaldım. "kim min jun," duruyorum. işte o an hissediyorum, bir şeyler oluyor. "okulda değil." bir şeyler olmuş ve ben hepsine geç kalmışım.

our way out | bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin