8 nisan
günlerden pazartesi. dün uzun zamandır geçirdiğim en karmaşık günü falan yaşadım. mutluluk, üzüntü, korku, endişe, heyecan. hepsi birbirine girmiş durumdaydı.min junla malum konuşmayı hâlâ yapmadık. cumartesi jim bizi parkın oraya bıraktığında sessizlik hüküm sürmeye devam etti aramızda.
okula gitmek için giyinirken kapı çalıyor. karşımda kimi görmeyi bekliyordum? kesinlikle onu değil.
yejun. "ben de diyorum elim neden kaşınıyor. yediğin dayaklar yetmedi mi?"
"bunu senin iyiliğin için yapmıyorum. sadece işime böyle geliyor."
"hayret, ne iyilik yapacaksın bana kendin için?"
"renjiro arkanızdan iş karıştırıyor. boks işleri onun başının altından çıktı."
duraksıyorum. bu beklediğim bir şey değil. "ne diyorsun sen?" tamam, ren bir sürü halt yemiş olabilirdi, ama bu kadarı da değil herhalde.
"doğru."
"neden onu ele veriyorsun? sikeyim seni yejun." içeri çekip boğazına yapışıyorum, sırtını sert kapıyla buluşturuyorum. "sen de işin içindesin."
"bırak beni salak! ben bir şey yapmadım, onun fikriydi. tamam, kang jimin'i ben ayarladım. ama ben zaten kötüyüm, değil mi? gözünde daha fazla alçalmaktan korkmuyorum." gülüyor. "bunu hiç düşünmedin, değil mi?"
konuşamıyorum. dilimi yutmuş gibiyim. boynunu sıkan elim gevşiyor. jim? nasıl yani. "yanında gezdirdiğin çocuğun sana yaptıklarına bak. ibne olduğun mu daha acı yoksa sefilliğin mi? bence yalnızlığın." geçiriyorum yüzüne, birkaç tane daha.
hızımı alamıyorum. sonunda, yorulduğumda kanlı ellerimi üzerindeki tişörte siliyorum. "buraya geldiğinden, tüm bunları bildiğimden kimsenin haberi olmayacak. tamam mı?" kafasını sallıyor, ayağa kalkacak hali yok. "ve kim min jun'dan uzak dur piç, ikileteyim deme."
onunla birlikte kendimi de dışarı atıyorum. kapıyı kilitleyip arkama bile bakmadan gidiyorum.
min jun'u görmeden önce temizlemem gereken bir iş daha var. yine de ben japonyalıyı bulamadan min jun beni buluyor. "selam."
yüzümde ne yapacağımı bilemediğim bakışlar. boş veriyorum. "selam. sınıfa mı gidiyorsun?"
"aslına bakarsan.. biraz konuşmak istiyordum?"
salağa yatıyorum. "benimle mi?" onunla konuşmak çok hoşuma gidiyor. konu önemsiz.
"hmhm." kantine oturup iki kahve alıyoruz. "üzgünüm, tüm bunlar için."
"bu sen değildin."
"hep söylediğim gibi yaptım. 'saçmaladım.'"
gülerek karşılık veriyorum. ciddileşiyor. "bu ben değildim."
"o piç sana zarar vermedi, değil mi?"
eliyle bardağı sıkıyor, göz bebekleri etrafta dönüp duruyor. "zarar vermedi, değil mi min jun?"
"seninle tanıştığımda hayatımda başka bir kare oluşmuştu. bu karede özgürdüm ve son derece tatlı bir çocuk özgürlüğüme eşlik ediyordu. dolayısıyla ren bana yapabileceği en büyük kötülüğü yaptı jia. aslında başta onu haklı bulmuştum, bu yüzden özür diledim senden. babam umurumda değildi ya da peşimde koşan adamlar. ama sana verdiğim zarar apaçıktı."
güldüm. yapmacık. "min jun. bunu düşünüp kendini yediğin için aptalın tekisin. sen bana zarar verebilecek son kişisin."
"bunu anladığım ilk an, sana geldim zaten. sorun bunun birazcık uzun sürmüş olması."
ne yapacağımı bilmiyorum, durum karman çorman. hem o şerefsizden hesap bile soramadım. "renjiro'nun şizoid kişilik bozukluğu varmış. ona kızma, seni böylesine takıntılı sevmesini anlamak zor değil. yerinde olsam, belki de-"
"bize bunu yapar mıydın? sevdiğin insanın arkasından işler çevirir miydin?"
"belki gidip başka insanları öpmezdim ama.."
"kafayı yiyeceğim. tek özür dilemesi gereken sen değilsin anlaşılan."
elini elime uzatıyor. tutuyorum usulca. "önemi yok jia. şu an seninle oturuyor olmak bana yeter."
bakıp gülüşüyoruz tekrardan. mutluluğun sözlük anlamını yaşıyorum sanki.
![](https://img.wattpad.com/cover/363403905-288-k437173.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
our way out | bxb
Mystery / Thrillercause if it's us against the world we'll fight it and win as long as we're united.