2.8

16 8 11
                                    


13 nisan


tüm haftayı beraber geçirdik, bu olsa olsa cennete geldim falan demek herhalde. ren ise hep beni izledi, gizli gizli ya da uzaktan bile değil.

jim bizi almaya geldiğinde bütün agresifliğimle ona bakıyorum. bugün rakibim oymuşcasına dövmek istiyorum onu. arabaya biniyoruz, min jun dışarıyı izliyor. "neden seni lanet olası ucubenin tuttuğunu söylemedin?"

"ne diyorsun?"

"diyorum ki bundan sonra sana kemik verecek bi sahibin olmayacak."

"jia.."

"biliyorum umurunda değil paranın nereden geldiği. yine de şu kadarcık para için, insanlığından olmaya gerek var mıydı?"

"sayemde kazandıklarını unutuyorsun."

"bitti artık. durdur arabayı."

"böylece bırakıp gidebileceğini mi sanıyorsun?"

"gidemez miyim sanıyorsun? git durma, polise şikayet et hadi beni."

"jia.." ses tonu yumuşuyor. "bak, beni dinle tamam mı? çok üzgünüm. ama inan kötü bir niyetim yoktu. seni kendim görsem, yine seninle çalışmak isterdim. gerçekten bu konuda iyisin. ve bu yeteneğe böylece arkanı dönüp gidemezsin. hem de finallere bu kadar az kalmışken. anlıyor musun?"

ona bir tane geçirip arabasını çalmak, sonra da çok uzaklara gitmek istiyorum. kimsenin bize ulaşamayacağı. nihayet kim min jun'la yalnız kalabildiğimiz bir yere.

sesimi çıkartmıyorum. finalde kazanma ihtimalim olan tutar sesimi kesiyor. bu parayla min jun'un babasının borçlu olduğu adamları tokatlayabilir, kalan lise hayatım boyunca çalışmadan yaşayabilirim.

min jun bana bakıyor, itiraz etmemi bekliyor. arabadan indiğimizde, "neden yapmadın?" diye soruyor.

"artık sana yardım etmeme kızmayacaksın, değil mi?" sorusuna karşılık soru.

göz deviriyor. "bu konuda rol yaptığım söylenemez." dudaklarımı büzüp ona bakıyorum. "seninkilerle benimkileri birleştirseydik çoktan ödemiştik."

kafasını sallıyor. "olmaz."

maça hazırlanmak için kabinlere giriyoruz. yüz havlusunu evde unutmuşum. hay. "min jun."

kabinin perdesini açmamla kapatmam bir oluyor. çıplak. kafam birden gidip gelmeye başlıyor. kısa devre yapıyor. onu gördüğümü bilmiyor. "bir saniye, vereceğim hemen."

hâlâ öyle durmuş, bekliyorum. miniş kalçalarını düşünüyorum. bir insan nasıl bu kadar güzel olabilir, neredeyse tanrıya inandıracak beni. sen düşün.

onu hayal ediyorum. ellerimiz birbirine kenetlenmiş, sevişiyoruz. işin garibi yatakta falan değiliz, ringin tam ortasındayız. ve herkes bizi izliyor. tam dudaklarına uzanacakken kabinin perdesi açılıyor. min jun. elinde yüz havlusu. "bir şey mi oldu?"

onu yanlış bir algıya sokmak istemiyorum. nemlendirmeyi asla unutmadığı çilek dudaklara bakıp yutkunuyorum. anlıyor. utancımdan havluyu yemek üzereyim. uzanıp öpüyor beni. dudakları dudaklarımın üzerinde dans ediyor. beni kabine çektiğinde zamanı falan boş veriyorum.

sırtını yavaşça fayansa yaslıyorum. inliyor. kafayı yemek üzereyim. çıplak göğsüne dokunuyorum, göğüs uçlarına. yavaşça. onu korkutmak istemiyorum. birbirimizi yiyip bitirmeye başlıyoruz, boynum, göğsüm min jun'un tatlı öpücükleriyle kaplanıyor bir anda. kokusunu içime çekiyorum,

kendi kokusu bile tatlı tonlarda. ellerimi parlak saçlara uzatıyorum, kutsal bir şeye dokunmuş gibi titriyorum. okşuyorum, parmaklarımın arasından geçiriyorum. siyah şortuma dokunuyor. "yun jia! neredesin, maç başlamak üzere!"

üzülüyorum. gerçek bir üzüntü. küfrediyorum. min jun doğruluyor, "gitmemiz gerek."

"gitmek istemiyorum." resmen çemkiriyorum. burnuma dokunuyor. parmakları yüzümü dolaşıyor. dudaklarımın üzerinde geziniyor. öpüyorum. "gidelim ve kazanalım jia."

çıkıyoruz. min jun ne zaman bu kadar cesur biri oldu? seviniyorum, artık tam kadrolu bir ekip gibiyiz. bize kimse bulaşamaz.

our way out | bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin