1.9

20 9 18
                                    


23 mart


geçen günler boyunca hiç konuşmuyoruz. arada bir kafamı kaldırıp ona doğru baksam da başını önünden hiç kaldırmıyor. dersler ve teneffüsler boyunca hep aynı, sessiz.

japonyalıyı hatırlamayı ise başardım sonunda. ilk geldiği zamanlar düştüğünde ona yardım etmiştim. ondan uzak durmak en iyisi, ne olduğu belirsiz insanları sevmem.

o zaman neden kim min jun'la yakınlaştın? neden ona lanet kalbini sundun? bilmiyorum bilmiyorum lanet olası

ama bir şekilde oluyor, onunla ilgili yavaş yavaş hissizleşmeye başlıyorum. derken bugün olanlar yaşanıyor. jim bizi şehrin dışına çıkarıyor. uzun yol boyunca hiç konuşmuyorum, kafamı onun olduğu tarafa bile çevirmiyorum

ama hissediyorum, dönüp dönüp bana bakıyor. bir şey dememi bekliyor. yapmayacağım. ellerimi ceplerimden çıkarıp kafamın arkasına koyuyorum. "jim, güzel bir şeyler çalsana. çok sıkıldım."

radyoya uzanıyor, çalan şarkı daha önce duymadığım bir şey. ama hemencecik içime işliyor.

"keşke herkes seni görebilseydi. benim gözlerimden."

düşüncelerim donuyor, kilitleniyorum.

"böylece endişelenmemize ve her şeyi arkamızda bırakmamıza gerek kalmazdı."

ona doğru dönüyorum, kafası hâlâ cama dönük. adını seslenmek istiyorum, uzanıp elini tutmak.

"her seçeneği tükettim. kaçmanın zamanı geldi. bir bavul bile hazırlamayacağım, hiçbir şeye ihtiyacım yok. çünkü sen yanımda olduğun sürece, her şeyin düzeleceğini biliyorum."

tam olarak öyle. bu canımı sıkıyor. parmaklarım birbirini sıkıp duruyor. sinirleniyorum ve dudaklarımı ısırmaya başlıyorum. şarkıyı dinlemek acı veriyor ama bu hoşuma gidiyor. onunla ilgili bir şeyler.

nakarat kısmına gelecekken derin bir soluk sesi duyuyorum. "kapatır mısın şunu?" ekliyor. "başım ağrıyor."

jim radyoya uzanıyor. "az kaldı zaten." kavga çıkarasım geliyor. başın falan ağrımıyor. sen sadece benimle ilgili hiçbir şeye katlanamıyorsun? neden? neyi yanlış yaptım?

yine de hiçbir şey söylemiyorum. arenaya geliyoruz. normalden kat kat büyük. çoktan alışmış olsam da hâlâ biraz heyecanlıyım. ona bakıyorum, ifadesiz. son zamanlarda japonyalıdan farkı yok cidden. hatta o bile daha fazla gülüyor diyebilirim. söylediğim sözler çok mu ağırdı, bana trip mi atıyor bilmiyorum. yoksa sadece söylediği gibi uzak mı duruyor?

bilemiyorum. bu düşünceler beni yiyip bitiriyor. ben de rakiplerimi. hakemin de izniyle bu gece üç müsabakaya çıkıyorum. ilki gerçekten basit olsa da ikincide fena takılıyorum.

karşıma kırk yaşında bir herif çıkarmışlar. nereden baksan yüz otuz kilo falan.

adamın ne bacağı etkileniyor vuruşlarımdan ne kolları. düşünmeye vaktim yok, ne yapacağımı bilmiyorum. dişimin kestiği dilimden akan kanları yutmamak için kusuyorum. bir darbe daha indiriyor omzuma. zaten sağlam olmayan kemiklerin çıtırtısını hissediyorum.

benim için zaman donuyor. gözüm kalabalığın içinde min jun'u arıyor. saçmalık. min jun içeride. o sırada görüyorum, japonyalı.

yüzünde dehşet bir ifade var. hadi ama, bir çeşit hayal görüyor olamlıyım. şehir dışına mı çıkmış manyak sırf maçımı izlemek için?

kenarda bir yerde pembe saçları görüyorum. elindeki bira kadehini havaya kaldırıyor. gülüyorum. ona karşılık verir gibi sağ kolumu havaya kaldırıyorum. adam bu sefer sağ kolumu kavrıyor. soldakini zaten mahvetti.

kolumu almasına izin veriyorum. arkaya doğru bükecekken karın boşluğuna çalışıyorum. kollarımın işe yaramayacağını bildiğimden bacağımı kullanıyorum.

beklediğim gibi kolumu bırakıyor. ardından kafamı tüm şiddetimle yüzüne çarpıyorum. irkilerek geriliyor. bir saniye beklemiyorum bile. sol elimi kullanırken yüzüm buruşuyor, umursamadan devam ediyorum.

min jun'u düşünüyorum hâlâ dövüşürken, bir de kendimi. hayatım artık tek kişiden oluşmasın istiyorum, onu da dahil etmek istiyorum.

adamın biri sol kolumu tutup hızla havaya kaldırıyor. iki büklüm oluyorum. rakibimden daha çok acıtıyor. etrafımı göremiyorum, sadece bağıran bir sürü manyak. bir de japonyalı.

jim içeri girmeme yardım ediyor. "iyi misin? bir tane daha kaldırabilir misin? o kadar dedim allahsızlara, araya bir yarım saat koyun en azından diye. neren acıyor?"

cevap yok. sadece sızlanıyorum. kolum tahmin edebileceğimden daha çok ağrıyor. "jim.."

ona çıkamayacağımı anlatma enerjisini toplamaya çalışıyorum. o sırada tanıdık beden içeri dalıyor.

"onun yerine ben çıkacağım."

our way out | bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin