Bölüm 9 /// Vakitsiz Sükûnet, Ölçüsüz Bir Zararla Mükelleftir! / Kısım 1

20 2 58
                                    

Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz! Nasılsınız? Bugün hiç değilse düzgün resimlerle geldim diyebileceğim... sanırım 🤭
Keyifli okumalar^-^/

Ham bir duygunun sınırlarını zorlayarak çaba sarf ettiği anın etkisinde yaşıyormuş gibiydi Merva

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Ham bir duygunun sınırlarını zorlayarak çaba sarf ettiği anın etkisinde yaşıyormuş gibiydi Merva. Ahmer Efendi'nin onu sözde yargılamasından beri en azından bir gün geçtiğinden emindi. Aran'ın dün verdiği kuru meyve barı anında bitmişti ama açlığı bir türlü yatışmak bilmiyordu. Açlık ve susuzluk zehirli salyalarını akıtadursun, arkadaşları için de endişelenmekten kendini alamıyordu. Geride kalanların geleceklerine inancı tamdı. Yine de huzursuzdu. Bu konuda mahzen arkadaşının hiç desteği de olmuyordu. Ondaki rahatlık, Merva'yı daha çok karamsarlığa itmekteydi. "Nerede kaldınız?" deyip dururken bir yandan da tutsak arkadaşları için çok geç olmamasını umuyordu. Nihayetinde can sıkıcı sükûnete dayanamadı ve sordu.

"Söylesene, yakaladıkları kişileri hemen sorguya çekiyorlar mı ya da Kızıl Vaatçi'ye götürüyorlar mı?"

Oturduğu yerden sıkılmışçasına gözlerini kapatan Aran, gelen soruya kulağını tıkadı. Merva'nın, Sercan'ın grubuna dâhil olması mühim değildi. Şayet bir insanla muhabbet kuracaksa onun hakkında kendi hükmünü vermek isterdi. Onu henüz tanımıyordu. Hem dün yeterince şey söylemişti. Satır aralarını okuyamayıp da her detayı soran ve vaktini çalanlardan hoşlanmazdı. Susmak denen istidattan yoksun olan Merva'dan tek kurtuluş yolu vardı.

"Böyle bir bilgiye hiç ihtiyacım olmadı." dedi üç saatlik suskunluğun ardından. Onun yüzündeki korkuyu görünce ekledi. "Ben olsam herkesi aynı anda sorguya almazdım. Kızıl Vaatçi’nin hayatlarına anlam kattığına inanıyorlar. Düşünsene, toprağa ve suya ihtiyaç duymayan bir ağaç var ve çağımızın insanı, her şeyi tekelinde bulunduran topraktan korkmuş bir vaziyette. Ağaçtaki aykırılık, korkmaktan başka bir şey yapamayan insanlara bir nevi merhem gibi geliyor. Ahmer Efendi diye geçinen Tolga Canyurt da bu durumu iyi bildiği için tüm ipleri eline aldı. Korkakların aklını bulandırdı, onları yavaş yavaş zehirledi ve her birini kuklaya dönüştürdü. Bunu yaparken ağacın kendisinden de faydalandı. O kırmızıya çalan yapraklar bir tür zehir barındırıyor. Yakıldıkları vakit solunan duman, insanların aklını bulandırıyor.”

Merva'nın gözleri kocaman açıldı. Sorgulandığı zamanki mahmurluğunu anımsadı. Kendi aklını kurcaladı. Elleri gayriiradi başına gitti. Sanki aklına dokunabilecekmiş gibi saçlarını karıştırdı. Zira kendi olamama düşüncesi ona korkunç gelmişti.
Aran, genç kızdaki korkunun kaynağını sezdi. Bir yanı, çocukluğunun meşum günlerini anımsarken nice zamandır kalbinde gömülü kalan merhametin tınısını hissetti. Hayal meyal! Ansızın gelen tınıyı defedip konuşmasını sürdürdü.

“Yine de yaprakların hükmü bir yere kadardır. Eğer Tolga Canyurt tutsaklarını hemen öldürüp aceleci bir imaj sergilemiş olsaydı, müritler korkup kaçardı. Boğulacaklar mı, yanacaklar mı yoksa karanlık dehlizlerde aç susuz mu bırakılacaklar? Tüm bunlar öyle ağır gerçekleşmeli ki, sapkınlarla beraber halkı de sarmalı ve bulundukları gaflete daha çok gömebilmeli. Bununla alakalı tartışmalı bir deney var, muhakkak duymuşsundur: Bir kurbağayı kaynar suya direkt bıraktığında zıplar ve oradan kurtulur. Ama normal suya bırakıp yavaş yavaş ısıttığında kurbağa, daha ne olduğunu fark edemeden haşlanır. Sen geldiğinden bu yana dört gün geçti. Bir ya da iki arkadaşın için çok geç kalmış olsan da hepsi ölmemiştir."

Nefes Alan HapishaneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin