Hoş geldiniz, arkadaşlar! Bugün nasılsınız? Umarım yeni bölümü seversiniz. Keyifli okumalar^-^/
Roza'ya gelen oka dikkat kesilen Sercan ile Kağan, saldırganın yerini tespit etmekte zorlanmadılar. Bu kişinin ya da kişilerin, yolun öte tarafında olduğuna kanaat getirdiler. Kılıcını belinde taşıyan Sercan, onun gümüşi parlaklığının gece karanlığında dezavantaj olacağını biliyordu. Bu yüzden Barış'ın taşıdığı tabancayı aldı ve Kağan ile ayrılarak saldırganı iki taraftan da kuşatmaya karar verdi.
Yoldan uzaklaşmayı planlayan grubun diğer üyeleri, bunu harekete geçirmeye vakit dahi bulamadan yeni bir saldırıyla karşı karşıya geldiler. Roza ile ilgilenen Vuslat ve Merva'nın hemen arkasına inen ok, toprağa saplanamayacak kadar güçsüzdü.
"Acele etmeliyiz." dedi Merva kocaman gözlerini oktan ayırmadan. "Bir dahaki sefere bu kadar şanslı olmayabiliriz."
Vuslat, Roza'ya destek olarak ayağa kalktı. Yekta ile Barış bir dahaki saldırıya karşılık silahlarını çıkarmış, arkadaşlarını kolluyorlardı. Sedat da hâlâ uyumakta olan kızını kucakladı ve diğerleriyle birlikte hafif eğimli arazinin gerisine yürüdü. Kucaklanmış olan Nehir uykulu gözlerle "Baba?" dedi.
"Önemli bir şey yok, Nehir'im. Sen uyumaya devam et."
Farklı yönlerden yola yaklaşmakta olan Sercan ve Kağan ise, ummadıkları bir ses işittiler.
"Aptal, sana o kadar öğretmeme rağmen hâlâ hedefini vuramıyorsun."
Tiz ve ince bir sesti. Sercan, konuşan kişinin en fazla on üç yaşındaki bir kız olduğunu düşündü. Onu cevaplayan kişinin sesinden anladığı kadarıyla, kız yalnız değildi. Yanında ondan daha küçük bir erkek çocuk da vardı.
"Özür dilerim. Senden daha çok çalışıyorum ama olmuyor. Elimde değil. Hem etraf çok karanlık. Senin kadar iyi göremiyorum."
"Sus, sus! Yerimizi belli edeceksin."
Kağan, onların sayısını belirlemeye çalışan Sercan'a nazaran daha hızlı hareket ediyordu. Tartışan ikilinin dikkatsizliğinden istifade ederek hızla yolun karşı tarafına geçti. Bu taraftaki toprak zemin, yola göre yaklaşık kırk santim daha alçaktaydı. Kısa boylarının verdiği avantajı kullanarak burada saklanan ikili, hemen başlarında biten ve "Sobe!" diyen Kağan'a korkuyla baktılar. Çocuğun elindeki yay düşerken kızın yayına gerdiği ok, biraz daha geriye çekildi.
"Uzak dur, yoksa vururum!"
Küçümseyici edasından hiçbir şey kaybetmeyen Kağan "Vuramazsın ki!" dedi. "Okun bana değmeyecek ve sen daha ikincisini geremeden ben seni kıskıvrak ele geçireceğim. Ölürsün."
"Yiyeceklerinizi almazsak zaten öleceğiz."
Mecburiyetini düşünen kız, gözlerinin önüne diğer çocukları getirdi. Günlerdir aç biilaç bekliyorlardı. Hiçbir şey yapmadan beklemeye devam ederlerse ölmeleri yakındı. Onları bu hâlde düşünmeyi kaldıramadı ve haykırarak gerdiği oku serbest bıraktı. Gözlerini kapatmıştı. Dolayısıyla hedefini vurup vurmadığını bilmiyordu. Sonra tereddütlü hareketlerle gözlerini açtı. Kağan'ın alaycı gülüşünü görünce önce rahatladı, sonra da öfkelendi; vuramamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nefes Alan Hapishane
Science-FictionToz kokusu? İşte bu, az önceki göz alıcı manzaraya dâhil olmayan bir detaydı. Hemen gözlerini açtı ve etrafına bakındı. "Arkandayım." diye duyduğu sesle birlikte Merva'nın aniden pompalanan kanı, yüzüne sıçradı. Yakıcı yanakları, büründüğü rengi en...