Ben senden önce ölmek isterim
Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı sanıyorsun
Ben sanmıyorum bunu...
Çok değil beş ay önce bana mutluluğun ne demek olduğunu sorsalardı verecek bir cevabım olmazdı. Hissetmeden tanımlayamazdınız bazı şeyleri ve bu yaşamadan anlamamak gibi bir şeydi.
Vazgeçmek istemiyordum. İnsan hiç bilmediği, hiç görmediği, yaşamadığı şeylerden vazgeçebilirdi. Mutluluğun o yoğun tadı damağıma bir kere bulaşmışken vazgeçemezdim. O tadı sonuna kadar hissetmeliydim.
Yine beş ay önce bana mutlu olacağım ve bu mutluluğun aşktan geleceği söylenseydi açar bir tarafımla gülerdim.
Benim kocaman bir listem vardı ve aşık olmam yasaktı ama ilk kez umursamadım. O aptal listeyi de beni istediği gibi yönlendiren o hastalığı da sildim attım kafamdan. Yaptığım büyük bencillikti belki ama hissetmek istedim. Ölmeden ilk ve son kez aşktan mutlu olmanın ne demek olduğunu hissetmek istedim.
Bunları hissetmemi sağlayan adam bana tamamen yabancıydı belki ama hissettirdikleri gerçekti. Onu tanımıyordum. Ama çok iyi bildiğim bir şey vardı. Tam şu anda bana bir saatimin kaldığı söylenseydi eğer ben o bir saatimi bu adamın kollarında geçirmek isterdim. Aldığım son nefes onun kokusu olacaksa eğer ölüm bile güzeldi.
Hala barın arkasındaki o küçük tepedeydik. Araz bir ağaca yaslanmıştı ve beni de sırtım göğsüne değecek şekilde kollarının arasına almıştı. İzmir karanlığa bürünmüştü. Gökyüzü siyah değildi ama. Koyu lacivertti. Güneş doğmak üzereydi.
Üzerimdeki elbiseyle çimenlere oturduğumu düşünmek istemiyordum. Gözlerim bir gram uyku için yalvarıyorlardı ama güneşin doğuşuyla göğü ele geçiren o mükemmel ötesi manzaradan mahrum da kalmak istemiyordum.
" Hadi kalk. " dedi Araz doğrulurken. O kalkınca bende kalkmak zorunda kalmıştım. Elini elimin içine kaydırdı ve sımsıkı tuttu. Ne kadar zaman geçerse geçsin buna alışamayacaktım.
" Ya ama ben manzarayı bekliyordum. " diye mızmızlandım. Adımlarını durdurdu ama elimi bırakmadan bana döndü.
" Ben sana başka bir manzara göstereceğim. " pis pis sırıttığında ima ettiği şeyle gözlerim kocaman açılmıştı.
" Terbiyesiz. " diye mırıldandığımda güldü. O an gülüşünü duyan insanları kıskandım. O sesi sadece ben duymalıydım. " Nereye gidiyoruz? " diye sordum.
" Seni kaçırıyorum. " dedi alayla. Elinin içindeki elimle beni arabaya doğru çekiştirdi. Kaçıran o olacaksa bavulumu hazırlar gelirdim.
Araba ilerlerken İzmir caddeleri hiç olmadığı kadar boştu. Gerçekten sadece o ve ben vardık sanki. Koltukta Araz'a doğru döndüm ve başımı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapattım. Pürüzsüz yüzünü inceledim bir süre. Küçük şekilli burnunu, elmacık kemiklerine yansıyan kirpiklerinin gölgesini. Çok ciddi bir iş yaparmış gibi kaşları çatılmıştı. Gözleri avına odaklanan avcı misali yola kenetlenmişti.
Yüzünün her bir karesini zihnime kazımak istedim o an. Hangi ara bu hale gelmiştim hiçbir fikrim yoktu ama şikâyetçi de değildim. Hep yanımda olmasını istedim. Bunu istemek bencillik olur muydu?
Bakışları kısa bir an bana döndüğünde dudaklarının yukarı doğru kıvrılışını izledim. Biz neydik bilmiyordum? Belki onun gözünde sevgili değildik ama bir önemi yoktu. Bana 'benimsin' demişti. Bundan daha değerli bir kelime var mıydı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTULMA
RomanceYasaktı. Ben ona yasak mıydım bilmiyorum ama o bana her şeyiyle yasaktı. Kokusu bana yasaktı. Sesi, içinde boğulduğum gözleri bana yasaktı. Bu kadar yasağın içinde yine de tutmuştum ellerinden. Tutmuştu ellerimden. Bizim hikayemiz belki çoğu insa...