Violetta'dan;
"Hadi, biraz daha kaydır kalçanı," deyip arkasına yastığı koydum. Sadece başını kaldırması bile nefes nefese kalmasına sebep olmuştu. O güzel yeşil gözleri kısılınca içim gidiyordu. Yapabilsem, çektiği acıyı kendime alırdım. En azından bu kadar canı yanmazdı.
Kalçasını biraz geriye kaydırıp oturur pozisyona geldiğinde, "Teşekkür ederim," dedi yorgun sesiyle. İki gün olmuştu uyanalı ama hâlâ yorgun çıkıyordu sesi. Üstelik uyuduğu süre boyunca yarası da iyileşmişti baya. Neden böyleydi, anlamıyordum. Hani dinlenmek için uyuyordu? Yine yalan söylemişlerdi işte.
"Haftaya okul bitiyor mu?" diye sorduğunda başımı olumlu anlamda salladım. Ciddi ciddi bitiyordu dokuzuncu sınıf. Kazasız belasız(!) sona gelmenin mutluluğu ve burukluğu vardı içimde.
Ziyaretçi koltuğuna oturup, "Bir sınav olamadım" dedim. "Neyse ki notlarım iyi, geçebiliyorum."
"İyi." Uyandıktan sonra soğuk davranmaya mı başlamıştı bilmiyordum ama zamanla birlikte giden çok fazla şey olmuştu aramızda.
Başını yatak başlığına dayadı. "Ödev ne oldu? Biriyle yaptın, değil mi?"
"Hayır, asla," diyerek karşı çıktım hemen. "Her gün hastanede olmaya çalıştım. Sen uyanana kadar hiç okula gitmedim. Çizimlerimi, şarkı söylemeyi bıraktım. Banyo bile yapmayacaktım aslında ama kızlar beni korkuttular. Uyandığında beni görüp iğrençliğimden korkar, geri uyurmuşsun falan. Şanslısın yani. O iğrenç halimle görmedin beni."
Yüzünü bana çevirip, "Ağladın mı?" diye sordu. Sormasına bile gerek yoktu aslında. Çünkü gözlerimin altı ağlayıp durmaktan kıpkırmızı bir hâl almıştı. Hayalet gibi görünüyordum ayrıca.
"O günden itibaren, sen uyanana kadar." Dürüst olmam gerektiğini hissetmiştim söylemeden önce.
Çenesi kısa bir an için gerildiğinde, "Bir daha benim için ağlamanı istemiyorum," sözleri döküldü minik aralıktan. Hah, bu imkânsızdı ki. Her konuşmamızdan sonra ağlıyordum. Ya o an ya da o gece. Ama tabii ki bu zayıflığımı bilmeyecekti.
"Canın yanıyor mu?" Bunu birdenbire neden sorduğumu anlayamamıştım. Sadece başımı eğdiğimde dudaklarımın arasından dökülüvermişti soru.
"Biraz." Dediği gibi "biraz" acıyor olsaydı yüzünü öyle buruşturmazdı ki. Yalan söylüyordu işte. Uyurken yalancı birine dönüşmüştü demek ki.
"Tamam," deyip bakışlarımı çantama çevirdim. Günlüğüm çantamdaydı. Bir süredir yazmak aklıma gelmemiş olsa da, yanımda taşıyordum. León uyandığında yazarım bir şeyler, diyerek çantama koymuştum. O günden beri eve gitmediğim için öylece duruyordu çantamda. Nedense şimdi aklıma gelmişti. "Ben bir şeyler yazacağım ya."
Günlüğü çıkarıp kolyemdeki anahtarla açtım. Uzun süredir yazmamak garip geliyordu doğrusu.
"Günlük mü? Benim yanımda yazma bence. Gözüm kayar da okursam kızarsın falan. İstemem bunu."
Gözlerimi devirip, "Zaten yanında yazmayacağım," dedim. "Şu boş yatakta yazarım. Okuyamazsın da. Görüp görmemen umurumda değil. Daha önce okuduğunu biliyorum ayrıca."
Far görmüş tavşan gibi suratıma bakınca açıkladım, "Bir sayfanın köşesi kıvrılmıştı. Camila günlük tuttuğumu bilmiyor. Bilse de odama girmediği için sorun etmem. Ama sen odama sürekli olarak giriyorsun. Dolabımı da karıştırdığın oluyor." Göz kırpıp devam ettim, "Düşündüğün kadar da aptal değilmişim, değil mi Uyuyan Yakışıklı?"