Violetta'dan;
Bulaşıkları yıkamayı nihayet bitirdiğimde ellerimi kuruladım. İki gündür aklımdan çıkmıyordu olanlar. Üstelik yanaklarım da kıpkırmızı oluyordu hatırladıkça. Resmen Honoria gibi birine rezil olmuştum! Hem, neden kapıyı tıklatma zahmetine girmemişti hanımefendi? Ah, tabii. Birbirlerinin her hallerini gördüklerinden, olur olmaz zaman bilmiyorlardı. Çat-kapı giriyordu.
♣
İKİ GÜN ÖNCE
"León?" Birbirimizden ayrıldık. León'un reflekslerinden daha hızlıydı reflekslerim. Onu hemen üzerimden uzaklaştırmış, Honoria'ya bakıyordum. Onun bakışlarından bir şeyler okumaya çalışıyor olsam da, okuyamıyordum. O kadar boştu ki...
Hon'dan bir fayda göremeyince, bu sefer León'a baktım. Endişeli gibi görünüyordu. Korkmam gerekiyordu yani. Çünkü León'u sık sık endişelenmiş göremezdim.
"Yaptığınız beni ilgilendirmez. Korkmayın. Kimseye bir şey söylemem. Zaten León ile olan ilişkimiz de, ikinizinkinden farksız. Endişe edilecek durum yok." Hon hâlâ duygusuzca konuşuyordu.
"Hon... Üzgünüm..." Ne? Benden zorla özür dilemiş insan mı söylüyordu bunları? Hani sadece benden özür dilemişti? Yalancı.
"Üzülme." Elini León'un omzuna atıp okşadı. "Dediğim gibi; ilişkiniz, ilişkimiz gibi. Hem, harika bir üçlü olabiliriz!" Benim, onun gibi olabileceğimi mi düşünüyordu ciddi ciddi? Ah, ne hallere düşmüştüm ben!
Benim varlığımı unuttuklarında, üzerime elbisemi geçirdim ve kapıya yöneldim. Çıkmadan önce ikisine baktığımda, Honoria korkunç bir bakış atmıştı bana. 'Yakaladım seni' der gibiydi bu bakış. Tüylerim diken diken olmuştu o an.
Hormonlarının etkisinde kalırsan böyle olur, diyerek azarladım kendimi. Tam bir ergen gibi davranmıştım.
♣
GÜNÜMÜZ
Tezgâhın kuru tarafına koyduğum mektubu elime aldım. Başımda bir de Calvinetta belâsı vardı. Yeğenimin olmasını hep istemiştim ama bunun León'dan olmasını istemiyordum. Onların baba-kız olduğunu hatırladıkça kalbimde bir sızlama oluşuyordu. Ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. Belki de söylediğim yalanlardan kaynaklanıyordu bu, bilmiyorum. Tek bildiğim, hikâyenin kötüsü olmaya başladığımdı.
Elimdeki mektupla birlikte salona geçtim. Camila yine yoktu. Arkadaşlarıyla buluşacakmış falan filan.
Calvin'in sevimli agularını dinleyerek koltuğa uzandım. Kaç kez okudum bilmiyorum ama bir kez daha okudum mektubu. Ablamın karşımda oturmuş, konuştuğunu görüyordum sanki. Bu kelimeleri mektupta okumuyor, ondan dinliyor gibiydim.
Zilin sesini duyunca kalktım. Mektubu koltuğa bırakmıştım.
Kapıyı açtığımda yanaklarım ısınmaya başlamıştı. León. O günden iki gün sonra gelmesi en azından çok utandırmamıştı beni. Hoş, utanmayı çoktan geçmiş olmam gerekiyordu. Ne de olsa o gün olanlardan daha ilerilere gitmiştik.
"İki gün önce olanlar için geldim. Korkma. Hon kötü olamaz. Sadece kötü gibi görünür, o." Ya, ne demezsin. Okulda benim 'sürtük'lüğümü yayan da, Calvin'di zaten.
Elimle içeriyi gösterdim. "Geç, kahve yapacaktım kendime. Sana da yaparım."
Gülümseyip içeriye geçti. Calvinetta'yı görünce yüzündeki minik gülücük kocaman olmuştu. Hemen kollarını iki yana açıp onu kucakladı. Minicik bebek olmasına rağmen, León'u gördüğünde sevinç çığlıkları atıyordu. Kan çekiyordu demek ki...