17. Bölüm

42 4 50
                                    

Uzun bir süre sonra tekrar merhaba. Umarım Azrayı özlemişsinizdir. Bu bölüm biraz geçmişe dayalı olsa da sonda ki süprizi görünce şaşıracaksınız. (Spoi vermek istemiyorum sona gelince orda konuşalım bunu.)

Daha fazla uzatmak istemiyorum. Hadi o zaman hasret giderekim.

Bol bol yorum yapıp ve oy kullanmayı unutmayın.

Keyifli okumalar ❤️

***

Yazar'dan

Geçmiş bir yara gibidir, insan üzerini örttüğünü sanır ama o yara elbet bir gün suyla temas ettiğinde tekrar gün yüzüne çıkar. O su yarayı ıslattığı sürece de o yara iyileşmek yerine daha da derinleşir ve bir süre sonra iz bırakır.

Azra'nın senelerdir çektiği acılar da bugün böyle gün yüzüne çıkmıştı. Onu kanatarak, onun yarasını derinleştirerek. Hatta yer yer iz bırakarak.

Azra yıllardır yaşadıklarını kimseye anlatmamıştı. Ta ki bugüne kadar. Bugün yedi yıllık suskunluğunu bozup her şeyi anlatmıştı. İnanmıştı bir kez daha bu yaraların kapanacağına. Peki bu yara da
kapanacak mıydı yoksa narkozsuz dikilen bir yara gibi acıtacak mıydı?

Azra'nın vücudu dayanamamıştı bu kadar karmaşaya. Devam edememişti suskunluğa. Bağırmıştı adeta, hakkını isteyen öksüzler gibi bağırmıştı. Peki hakkını alabilecek miydi?

Azra yıllar önce kaybetmişti kendini. Kendine verdiği değeri, saygıyı ve sevgiyi kaybetmişti. Kendini o kadar değersizleştirmişti ki o ölse de sevdiği insanlara bir şey olmasın ister hale gelmişti. Onun bedeni hiç olurken sevdiklerine derman olsun istemişti.

Bugün farklıydı ama bugün Azra anlamıştı hala nefes aldığını. Yıllardır iğrenerek baktığı bedenin aslında ne kadar kıymetli olduğunu hissetmişti. Affetmemişti kendini belki ama artık anlam vermişti.

Gözleri kapandığında gördüğü iki parlayan yıldız gibi parlamaya çalışacaktı artık. Bunun için ise önce kendine değer verecekti. Ailesinin açtığı yaraları saracaktı. Bir yara daha açılmasına izin vermeden hepsini telafi edecekti ama bazı şeyler için çok geç olabilirdi.

"Ne yapıyorsun anne orda." Diye bağırdı Zümrüt merdivenlerin başından.

Kayınvalidesi salonda oturmuş elimde bir fotoğraf çerçevesine ıslak gözlerle bakıyordu. Sanki elinde olsa o fotoğraf çerçevesine girip kaybolmak istiyordu. O fotoğraftaki ana gidip geleceği düzeltmek istiyordu.

Zümrüdün sesiyle kafasını kaldırıp sesin geldiği yöne baktı Melike. Karşısında gelini Zümrüdü görünce hiç gocunmadan elinde ki fotoğrafa bakmaya devam etti. Gelininden de çekinecek hali yoktu.

İçi yanıyordu Melike'nin. Evlat acısına başka biri acı daha eklenmiş olmasından korkuyordu. Aradan iki ay geçmişti. Koskoca iki ay ama ne kocasından bir haber vardı ne de kızından. Kocası hala yoğum bakımda, kızı ise nasıl insanların olduğunu bilmediği bir memleketteydi. Öldü mü sağ mı bilmeden yaşıyordu işte. Tabi buna yaşamak denirse.

Elinde tuttuğu fotoğrafı göğsüne basarken o geçmiş anı geldi gözünün önüne, o fotoğrafın çekildiği gün geldi hatrına.

"Yakalayamaz ki! Yakalayamaz ki!" Diye bağırıyordu Azra Kocaman salonun ortasında duran çeşmenin etrafında koşarken.

"Yakalarsam o bal yanaklarını öpmeme izin verecek misin?" Diye bağırdı Agah tıpkı kızı gibi nefes nefese.

Geniş salonun ortasında yakalamacılık oynuyorlardı kızıyla. Diğer çocuklar okuldaydı. Bu yüzden de minik kızının canı çok sıkılıyordu. O da kızının canı sıkılmasın diye onunla oyun oynuyordu.

Yaşanmış Sırlar Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin