22. Bölüm

28 3 69
                                    

Gözler neden dolar bilir misiniz? Gözler kalbin ağrısıyla dolar. Kalp acı çekince gözler devreye girer ve kalbin ağrısını, acısını gösterir. Hani derler ya gözler kalbin aynasıdır diye. İşte o misal. Gözler dolar çünkü yürek baş edemeyeceği acıyı gözlere yardım için gönderir. Kalbini yansıtır gözler. İncindiğini, kırıldığını, üzüldüğünü ve hatta ağrıdığını bile gösterir.

Gözlerim doluydu ama kalbimde ki ağrıdan mı omuzuma yüklediğim yükten mi bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey varsa o da mutsuzluğa gidişim.

Gidiyorum!

Evim sandığım bir şehirden daha sessiz göz yaşlarıyla ayrılıyorum. İzinsiz geldiğim bu şehirden yine izinsiz ayrılıyorum. Ev sahibine sormadan dahil olduğum evimi şimdi ev sahibinden habersiz terk ediyorum.

Kalbim ağrıyor ve gözlerim doluyor. Sanki gözlerim kalbimin ağrısını gösteriyor. Ağlayarak gitme diyor. Dolup dolup yavaşça boşanıyor. Sessiz çırpınışımın sessiz meyveleri gibi beni gözlerimle vuruyor.

Bu şehre kısa bir sürede bu kadar alışmam beni de şaşırtıyor. Özlem duyacak kadar alışmış olmam beni afallatıyor. Denizine bakmaktan öteye geçemeyen anılarım şimdi birer birer görevini yitiriyor ve sadece o kalıyor geriye. Tıpkı şimdi gerimde bıraktığım gibi.

Gökyüzü de ağlıyor benimle. Gitme demek yerine gözyaşlarıyla anlatıyor gitmemem gerektiğini. Ona eşlik eden gök gürültüsü ve şimşekler ise sanki bana kızıyor. Hırçın dalgalar kıyıya vururken gözlerimin önüne Yiğit geliyor.

Kısa bir tanışma faslımız oldu belki ama bu şehir bana hep onu hatırlatıyor. Hırçın bir deniz gibi deli. Gürleyen gökyüzü gibi ise asabi. Açan güneşi gibi merhametli. Bu şehir başlı başınca Yiğidi andırıyor. Ve ben bu şehiri terk ederken bir nevi yiğidi terk ediyorum. O elini kaldırıp açmış beni bekliyor ama ben arkamı dönüp gidiyorum. Arkama bir kez bile bakmadan.

Akıp gidiyor arabanın camına vuran yağmur taneleri. Tıpkı yanağımdan aşağıya süzülen gözyaşları gibi. Birbiri ardınca gelip beraber iniyorlar aşağıya. Her yıldırımda aydınlanan arabanın içi yağmur tanelerinin hızını arttırıyor. Gök delinircesine gürlüyor ve bu bir sonun çığlıkları gibi duyuluyor.

Bulutların arkasına gizlenen ay bir ümit yağmurun keseceğini gösteriyor ama ardınca gelen bir gök gürültüsü bu ihtimali tuzla buz ediyor.

"Naptın Kaan?" Diye duyduğum sesle başımı yasladığım camdan kaldırıp karşımda bacağını bacağının üzerine atmış elinde siyah kehribar tesbihini sallayan adama baktım. Siyah hareleri keyifle ışıldıyor, dudağında çarpık gülüşü neşesini sergiliyordu.

Yola çıktığımızdan beri bakışlarını bir saniye bile üzerimden ayırmayan adamla göz göze geldiğimde gözlerimde yanan öfke ateşiyle baktım gözlerime ama bu ona pek etki etmemiş gibi hala sırıtıyordu.

"En geç üç gün." Dediğinde sesi sert ve otoriter çıkmıştı. Elimde salladığı tesbihi durmuş ve bakışları sertleşmişti. "Üç güne düğün hazırlıkları bitmiş olacak ve benim evliliğimi tüm Mardin duyacak."

Adamın sesiyle yerinde huzursuzca hareketlenen Poyraza baktım. Yola çıktığımızda uyanmış ve yol boyunca ağlamıştı. Yiğitle beraber kalmak istediğini söylemişti. Hazar buna öfkelense de sesini çıkarmamıştı. Onu Yiğitten ayırdığım için bana küsmüş ama yine son gözyaşlarını benim kucağımda dökmüştü. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Beyaz teninde ki bu kızarıklık sinirimi arttırsa da hiç bir şey yapamadım. Öylece kucağımda masumca uyuyan yüzüne bakıp saçlarını okşadım.

"Resmi nikah işi tamam demiştim. İmam nikahını da iner inmez kıyıyoruz."

Kulağıma dolan sesle bakışlarımı tekrar o yöne çevirdim. Az önce ki sert yüz ifadesi yerini pişkin bir sırıtışa bırakmış ve gitmişti. Elimde ki tesbih yine aynı ritimde dönmeye devam ediyordu.

Yaşanmış Sırlar Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin