35. Baba

612 109 132
                                    

Hyunjin modellik işine odaklanmışken ben de tarlayı baştan sona temizliyordum. Babamların iş birliği yaptığı firmadan kasalar gelince parayı ödeyip kenara taşıdım.

"Ektiğin meyveler güzelce olgunlaşmış anne!"

Şarkı mırıldanıp çilekleri kibarca koparırken kapları dolduruyordum. Bu sırada Hyunjin aramıştı. Telefonu hoparlöre alıp gömlek cebime koydum.

-Alo?

-Nasılsın bebeğim?

-İyiyim, sen nasılsın Hyunjinnie~

-Ben de iyiyim... Biraz yorgunum. Bir hafta yanında kalınca hemen geri alışmışım, burası boğucu geliyor.

Önce altımdaki ajumma tulumuna, sonra ise tam ortasında bulunduğum tarlaya baktım. "Burası da yorucu sanırım."

-Minicik tipinle bütün işlere sen mi bakıyorsun? Baban olacak adam neden birini tutmuyor?

-Bilmiyorum... Zaten bunu annem için yapıyorum, ilk defa bu yıl çilek ekmişti. O kadar güzel olmuşlar ki- AH!

-Ne oldu?!

-Popomun üstüne düştüm.

Güldü ve etrafındakilerinin duymaması için telefona yaklaşarak daha kısık bir tonla konuştu. "Seni yiyeceğim..."

Uzandığım yerde tebessüm edip kolumla alnımı örttüm, gözlerimi kapattım. Bir hafta bile olmamışken Hyunjin'i deli gibi özlemiştim.

-Ne zaman geleceksin?

-Bilmiyorum, izin için ne zaman vakit bulabilirsem.

-Gelince sana kendi ellerimle brownie yapacağım.

-O minik ellerini de yiyeceğim...

En küçük detaya bile önem veriyor ve şirin buluyordu. Sürekli beni yemekten bahsediyordu. Avcumu açıp tipine baktım. Benim göremediğim ne buluyordu bu kadar ellerimde?

-Şimdi kapatmalıyım, güneş yaktı.

-Tamamdır bebeğim, görüşürüz.

-Görüşürüz sevgilim...



🪷🪷🪷



Günler günleri haftalar haftaları kovaladı. Babamla uzun zaman sonra ilk defa aynı çatı altında bulunmuştuk. Hiç muhatap olmadan odama çekilmiştim, evde iki yabancı gibiydik.

Aç kalınca kendine yemek yapabiliyormuş beyefendi. Mutfaktaki seslerden bunu anlamıştım.

Yatağımda kıvrılmış yüzümü somurtmuşken kapım hafifçe iki kez çalındı. Arkamı döndüğümde içeri girmemişti.

Derin bir nefes alıp kapıyı açtım. Yere bir tepsi konulmuştu, içinde özenle hazırlanmış bir yemek... Babam yoktu, gitmişti.

"Ya... Bu ne?"

Dudağımı büzünce gözlerim doldu. Bana sadece kötü davransa zerre umrumda olmazdı ama arada böyle yumuşak davranınca ondan rahatça nefret bile edemiyordum.

Burnumu çekip yere çömeldim, uygun bir yere oturmak aklıma gelmemişti. Bir hafta sonra sonra adam akıllı yemek görünce kendimi kaybetmiştim.

Hızlı lokmalarla yemeği mideme indiriyordum. Annemle kardeşimin eksikliği bir an olsun aklımdan çıkmıyorken şu koca evdeki sessizlikte kaybolmuştum.

Karnım doyunca arkama yaslanıp uzandım, saçlarımı yerle buluşturup tavanı izledim. Gözyaşlarım yanağımdan süzülünce serinlik gelmişti. Karnımı ovuştururken dış kapı açılmıştı. Babam olduğunu düşünüp hiç kıpırdamadım.

-Ya, kapının dibinde ne yapıyorsun?
-Yemek mi yiyorsun?
-Kedi misin?
-Kalk oradan Hyung.

Başımı kaldırdığımda Wonbin ve Niki duruyordu. "Oh! Hoş geldiniz. İçeri nasıl girdiniz?"

Büyük olan kapıyı kapatıp bana dönerken "Yarı açık kalmış. Evde kimse yok mu?" dedi.

Omzumu silkelerek dudağımı büzdüm. "Bilmem."

Birbirlerine baktıktan sonra derin bir iç çekip yanıma yaklaştılar. Wonbin beni bir çırpıda omzuna attığında Niki de yerdeki tepsiyi kaldırmıştı.

Saçlarım aşağı düşünce başım dönmüştü. Kollarım bir oraya bir buraya sallanırken Wonbin'in beni nereye götüreceğini izliyordum.

Niki önden gidip arka bahçenin kapısını açtığında havuz sesi kulağıma dolmuştu. Beni koltuğa oturtup iki tarafıma geçtiler.

"Sen iyi misin?"

"Hıhım." dediğim sırada Niki başını kucağıma koydu ve rahatça uzandı. Tam bir bebekti, sevgiyle saçlarını taradım.

Wonbin ise bir şey yapmadan yüzümü inceliyordu. Dayanamayıp bir eliyle yanaklarımı sıktı. Dudağım balık gibi büzülmüşken merakla ona bakıyordum.

"Bize emanet olduğunu biliyorsun değil mi? Neden yalnız kaldığın her an seni merak etmemizi sağlıyorsun? Biraz kendine düzgün bak."

"Yo, bo norodon çokto?"

Güldü ve başımı kendine çekip saçlarımı okşadı. "Hyunjin seni bize emanet etti. Bunu sana söylemedi, değil mi?"

Kolunun altında sıkışmış başımı sağa sola sallamaya çalışmamla daha çok güldü. "Sanırım her zaman ufaklık olarak kalacaksın."

Telefonu çalınca başımı rahat bıraktı. Afallamış bir şekilde kollarından kurtulup kabaran saçlarımı taradım. İlk defa kendi isteğiyle temas kurduğu için çıtımı çıkarmamıştım.

-Alo.

-Neredesiniz?

-Arka bahçede sizi bekliyoruz.

-Tamam, annenlere selam verip geliyoruz.

Birkaç dakika sonra yanımıza gelen kişiler Minho ve Jisung'du. Merakla duruşumu düzeltince onlar da kenara oturdu.

-Merhaba Yongbok, başın sağ olsun.

-Sağ ol Jisung, okul nasıl gidiyor?

-Güzel... Minho sayesinde güzel.

İkisinin hikayesine pek hakim değildim ama birbiriyle tamamen ters hayatlara sahip olduklarını görebiliyordum. Buna rağmen aralarındaki kimya harikaydı. Lee Minho Han Jisung'dan sonra çok az belaya bulaşmıştı.

Son cümlesini duyunca da yanaklarını sıkıp biraz onunla uğraştı. Bu sırada Jisung konuşmaya devam ediyordu.

"Sool'o godocoğom. Bolko son do golmok ostorson doyo doşondom. Hono Hyonjon orodo çoloşoyormoş yo."

Yerimden fırladığım gibi Niki kenara yığıldı, Wonbin'in de uykusu açıldı. "NE? SEUL MU?"


🪷🪷🪷

Love Next Door | HyunlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin