Barbekü için herkes cuma akşamı bize gelmişti. Annem Yongbok'un arkadaşlarını bile çağırmıştı, evde coşku vardı.
Arka bahçedeki çeşmede Yongbok'la sebze ve meyveleri yıkarken onunla iletişim kurmaya çalışıyordum ama başaramıyordum. Kendine has kısa cevapları sayesinde laf ağzımda kalıyordu.
Sol omzu benim sağ koluma hafifçe değiyordu. En ufak hareketimizde birbirine temas ediyordu. Soğuk su ellerimin arasından geçerken kendi kendime mırıldanmıştım.
"Ee, sevgilini de çağırsak mı? Annem bugün için herkesi davet etti. Ben de görmüş olurdum seninkini." ^^
Musluğu kapatıp başını bana çevirdi.
"Ne münasebet?"Ben de başımı ona çevirdim.
"Sevdiğin kişiyi merak ediyorum."Birbirimizin gözlerinde kaybolmuşken şu parlak ifadeyi en son ne zaman gördüğümü düşünüyordum. Bakışlarımız adeta görünmez bir güçle bağlamıştı. Vücutlarımız da farkında olmadan tam birbirine dönmüştü.
"Neden merak ediyorsun?"
"Öyle... Ona nasıl baktığını görmem lazım. Gerçekten seviyor musun?"
İşte şimdi ifadesinde hırs vardı. Ya da gururdu bu, emin değilim. Bir saniyeliğine dudaklarıma bakıp gözlerime döndü.
"Evet, seviyorum. Deli gibi seviyorum."
Bunu neden onun için değil de benim için söylediğini düşünüyordum? Şu ifadesiyle aklım başımdan gittiği için mi?
İçeridekilerin bize seslenmesiyle kendimize gelmiştik. O yeşillikleri alıp önden ayrılırken ben de içi dolu kapları taşıdım.
🪷🪷🪷
Güneş batınca hepimiz bahçeye doluşmuştuk. Minho, Jisung ve Minji sofrayı kurarken Wonbin'le ben etleri çeviriyorduk.
Yongbok sosu getirince benim tarafıma değil, kardeşimin tarafına geçmişti. "Geldim yetiştim!"
Wonbin kendi işini hallettikten sonra yanımızdan ayrıldı. Bununla ufaklıkla aramızdaki boşluğu kapatmak adına bir adım sağa kaydım.
"Bana da yardım eder misin?"
Tedirgin bir şekilde yanıma yaklaşınca sıcaklığını hissetmiştim. Bir şey konuşmadan yan yana durmak bile güzel hissettiriyordu. Hafifçe ona dönerek bakışlarımı hiç çekinmeden gözlerine sabitlemişken o tamamen önündeki ateşe odaklanmıştı. İşi bittiği an yanımdan kaçmıştı.
Sofraya oturup yemeğe başladığımızda herkes kendi arasında sohbete dalmıştı. Annem babam baş köşede keyfine bakıyordu, bu kadar genç bir arada olunca pek de çalışma gereği duymamışlardı.
"Tüh, içkileri unutmuşuz!"
Hemen yanımda oturan Yongbok bunu duyduğu gibi "Ben getiririm!" deyip ayaklandı. Her işe koşmasına gıcık olmuştum. Minnacık tipiyle bütün sorumluluğu üstlenmeye çalışıyordu.
İçeri geçince derin bir nefes verip peşinden gittim. O kadar şişeyi tek başına taşıyamazdı zaten.
Mutfak karanlığında buzdolabının ışığına gittiğimde beni hissetmemişti. Şişeleri tek tek tezgaha çıkarırken yanına varmıştım. "Ver bana, götüreyim-"
Korkuyla arkasına dönünce bir şişe düştü, paramparça oldu. "Ya!"
Ayaklarımız ıslanmıştı. Daha kötüsü cam parçalarının içinde duruyordu ufaklık. Tek bir adım bile atamazdı.
"Ne diye öyle öcü gibi peşimden geliyorsun? İnsan bir ses verir!"
"Korkuttuğum için özür dilerim."
Cevap vermeden bir hışımla arkaya dönüyordu ki ayağına cam battı. Bununla acıyla inlediğinde hemen onu kucağıma alıp tezgaha oturttum. "Dur bi' yerinde... Yemeyeceğim."
Şimdi de benim ayağıma birkaç parça batmıştı. Tabii ki ona çaktırmamıştım, sesimi bile çıkarmamıştım. Altımdaki cam kırıkları umrumda falan değildi.
"Aşağıya indir beni, içecek bekliyorlar."
Buna yeltendiği gibi belini tutup onu sabitledim. "Kimsenin uşağı değilsin. Otur oturduğun yerde."
Sertçe yutkunmasıyla Wonbin'e seslenip içecekleri almasını istedim. Sunoo'yla iki dakikada bütün şişeleri götürüp bahçeye geri çıktılar.
"Yaralandın mı? Ayağın iyi mi?"
"İyi, şimdi beni bırakır mısın-"
Bacaklarını araladığım gibi tezgaha yapıştım. Aramızda hiçbir şey kalmamışken balkon ışığı güzel yüzünü hafifçe aydınlatıyordu.
-Neden benden kaçıyorsun?
-Hayır, kaçmıyorum.
-Evet, kaçıyorsun. Olgun gibi davranıp saygı çerçevesinde konuşsan da hissediyorum Yongbok. Sen bana hâlâ kızgınsın.
-Neden bahsediyorsun sen... Bırak belimi.
Asıl konuya odaklanmıyordu, ellerimden kurtulmaya çalışıyordu. Ben de onu her seferinde daha inatçı bir tavırla kendime çekiyordum.
-Defalarca kez özür dilerim ama bir bildiğim vardı tamam mı? Artık sonsuza dek seninle kalabilirim, geçim sıkıntısını dert etmeden birlikte yaşayabiliriz. Bütün hayatımı sana adamaya hazırım-
-Hyunjin.
-Efendim?
Dudaklarıma bakıp yutkununca ben de aynısını yapmıştım. Çölün ortasında yıllarca aç susuz kalmış gibi sevdiğim çocuğun bal dudaklarına bakıyordum.
"Sevgilim var benim..."
Gözlerim dolmuştu. Bu cümleyi duymak falan istemiyordum. Birbirimizin dudaklarına iştahla bakarken başımı umutsuzca sağa sola sallayıp yanağını okşadım. "Hayır Yongbok... Sen bana aitsin. İlk doğduğumuz andan beri bana aitsin."
"Sevgilim var diyorum, hâlâ peşimi bırakmıyorsun..."
Blöf yapıyordu. Çünkü şimdi o da sessiz sessiz gözyaşı döküyordu. Dudağımda nefesini hissediyordum, aramızda santimler kalmıştı.
"Senin bakışlarını, konuşmanı, ses tonunu, her şeyini bilirim ben. Yalan söylüyorsun, bu sevgili muhabbetini sırf beni cezalandırmak için yapıyorsun."
Dudaklarına doğru fısıldarken o çoktan kendini kaybetmişti, gözleri kapanmıştı. "Beni başka şekillerde cezalandır Yongbok, yalvarırım... Bana bunun sadece yalandan ibaret olduğunu söyle, sonra istediğini yaptırabilirsin."
Tam bir şey söylemeye yeltenmişti ki kapı açıldı. Bununla kendimize gelip ayrıldık. Yongbok'u yavaşça aşağıya indirdim.
"Hadi gelin, yemekler soğudu!"
🪷🪷🪷
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love Next Door | Hyunlix
FanficGeçmişin masumiyetiyle fark edilemeyen duygular... Komşu olarak yan yana bir ömür geçirmiş iki ailenin oğulları arasında yaşanan saf aşk. Yongbok, ergenliğinden sonra başına bela olan "farklı" hisler yüzünden çocukluk arkadaşı Hyunjin'le arasına me...